Baskın Oran

Meral Akşener diye bir kadının davası

Dün, bir dergiden aradılar. TÜSİAD üyeleri ve üniversite hocaları arasında bir anket yapıyorlarmış.

Sordukları sorulardan biri de şuydu:

“Şu sıralarda milletvekillerinin partilerinden istifa ederek karşı tarafa geçmelerini nasıl görüyorsunuz?”

Bir an tereddütten sonra, şöyle cevap verdim:

“İyi bir sonuç doğuracak ahlâksızca bir iş olarak görüyorum!”

Son zamanlarda defalarca yazdım: Belli ilkeleri bulunan ve tutarlı olmak isteyen insanların ne yapacaklarını fena halde şaşırdıkları bir ortama gırtlağımıza dek gömülmüş durumdayız.

Askerlerin sivil otoriteye tâbi olmasını  en önemli ilkelerden biri saydığımız bu ülkede Ordu, Meclis’i Refahyol’u düşürmeye zorladı.

Karşı çıkamadık!

Çünkü, Meclis’ten gık çıkmadığı ve Meclisdışı muhalefetin 12 Eylül belâsından buyana belini doğrultamadığı bir ortamda, Refahyol’un devamı halinde bu memleket A’dan Z’ye M.S. 7. Yüzyıl kafası, yani imamlar ve imam zihniyeti tarafından yönetilir hale gelecekti.

Ama şurası önce kendimiz tarafından, sonra da herkes tarafından bilinsin ki, bu karşı çıkamama durumumuz istisnaî bir durumdur, her olayda yeniden gözden geçirilmek gerekir.

Bakın şimdi, Meral Akşener’in son durumuna.

Meral Akşener denen kadını günahım kadar sevmiyorum. Hatta, “sevmemek” sözcüğü duygularımın şiddetini hiç ama hiç yansıtamıyor. Onu oraya getiren Çiller’le birlikte itlâf edildiği an, memleket için çok memnun olacağım. Yaptığı pek çok iş, mahkemede fitil fitil hesap vermesini gerektirecek nitelikte.

Ama “Ordu’yu tahkir ve tezyif”ten yargılanmasına karşıyım.

Üç nedenden ötürü.

1) Göz göre göre, nefret ettiğim suçsuz bir insanın suçlanmasını isteyemem ki, bu olayda bir suç oluştuğu kanısında değilim.

“Batı Çalışma Grubunun yalnızca irticayla mücadele için kurulma”dığını söylemek, dolaylı olarak “bir darbe için kurulduğunu” söylemek biçiminde yorumlansa dahi, suç değildir.

Yanlış olabilir, hatta yalan olabilir (ki büyük olasılıkla öyledir, çünkü Ordu’nun darbe yapmamak için azamî çabayı harcadığı ortadadır), ama suç değildir.

2) Hükümetin, herhangibir devlet kuruluşu içinde istihbarata yönelik araştırma yapması normaldir. Ordu da bunun dışında olamaz. Genelkurmay Başkanlığı, nihayet, Başbakan’a bağlı bir devlet kuruluşudur. Bir hükümetin, askerî darbe olasılığı bulunup bulunmadığını araştırması çok mu acayiptir?

Eğer Ordu, böyle bir araştırmayı “tahkir ve tezyif” edici buluyorsa, birbirine taban tabana  ters 2 olasılık vardır:

a- Ordu, askerî darbeyi utanılacak bir suç olarak görmektedir ve böylesi bir suçun kendisine sıvanmasını hakaret olarak algılamıştır.

Bu, tabii, çok güzel, çok mutlu bir olasılıktır.

b- Ordu, askerî darbeleri hak olarak görmektedir ve böylesi bir hakkın araştırma konusu yapılmasını kendine hakaret olarak algılamıştır.

Bu da, tabii, çok çirkin,  çok mutsuz bir olasılıktır.

Birincisinin gerçek olduğunu varsayalım ve böyle bir araştırmanın zararlı olabilecek tek yönünün, istihbarat sırasında elde edilebilecek gizli bilgilerin başka ülkelerin eline ulaşabilir olması hususuna değinelim ve geçelim.

3) Hükümetin kurulmasıyla birlikte, Türkiye’nin M.S. 7. Yüzyıl kafasıyla yönetilmesi olasılığı ortadan kalkmamıştır. Asıl iş, bundan sonradır.

Çiller’le ekibinin kesin bir biçimde itlâf edilmesiyle çetelerin ortaya çıkarılması, 8 yıllık eğitim sonucu imamhatiplerin orta kısımlarının kapatılması ve İslamî sermayenin dış kaynaklarının kurutulması, bunlar zor işlerdir. Eğer 27 Mayıs’ta olduğu gibi Köpek Davası, Bebek Davası gibi sonu çıkmayacak kuyulara dalınırsa, bu zor işe girişen sivil ve askerî çevreler aynen 1960’da olduğu gibi çok yıpranır, bundan da M.S. 7 Yüzyıl kafası yararlanır.

Eğer, iyi hazırlamadan dava üstüne dava açıp da adalet mekanizmasına müdahale düşünülüyorsa, sözkonusu çevreler daha da yararlanır. Uyarmış olalım.

Yapılması gereken şey, sağlam  ve temel davalar açmak ve suçlanan tarafın adalet mekanizmasını etkilemesini önleyecek tedbirleri almaktır.

Çiller’in CİA ajanlığı davasının bu cinsten olmasını bekliyoruz.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı