Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi) eskiden beri kalburüstü insanlar üretir. Saymaya kalksam, köşemi rahat doldurur.
Bunlardan biri de, benden iki yıl sonra mezun arkadaşım Cengiz’dir. Cengiz Çandar çok bilgili bir gazeteci olmanın yanısıra özgün bir yazardır. “Güneşin Yedi Rengi” kitabı yer yer bir edebiyat şölenidir.
Cengiz aynı zamanda çok ilginç biridir ve güneşin yedi rengini sırayla tanımıştır. Lozan Antlaşmasının yıldönümünde (24 Temmuz) Sabah’daki köşesinde özetle şöyle diyor:
1) Dünya, zaman zaman önüne geçilemez uluslararası dinamiklerle sarsılır. Geçen yüzyılda bu Sanayi Devrimi idi, şimdi de Küreselleşme (Globalleşme). Bunlara hiçbir devlet ters düşemez; düşenin başı belâdan kurtulmaz.
2) Şu sırada Türkiye’nin yönetiminde 1950’lerin zihniyetini taşıyan politikacılar ve 30’lardan kalma askerler var. Bu, ülkemiz için büyük bir açmaz.
3) ABD’nin askerî ve stratejik çıkarları Avrupa’dan Çin’e uzanan yeni bir eksen üzerinde yoğunlaşıyor. Bu eksenin en belirleyici halkası Türkiye. Onun için ABD, istikrarsızlığa sürüklenmiş bir Türkiye istemez. Onun istikrarsızlığa sürüklenmesini önlemeye çalışır.
4) Bundan sonrasını Cengiz’in kaleminden okuyalım:
“Ecevit’in damgasını vurduğu dış politika bir yandan, 30’ların zihniyetiyle ‘iç düzenleme’ yapmaya kalkışmak diğer yandan, Türkiye’yi Amerika’ya ters koordinatlara koyacak ve kaçınılmaz olarak istikrarsızlığa sürükleyecektir.
“Farkında mısınız, Türkiye, dış politikada 50’lerin tezlerine (Kıbrıs) dümen kırıyor; iç politikada özellikle eğitim alanında 30’ların zihniyeti hortluyor. Belki ‘irticacı’ değil ama ‘gerici’ bir hükümetimiz var”.
Düşünelim bakalım.
Önce, önemli bir konuda Cengiz’e hak verelim:
Cumhuriyetin ilânından bu yana ortaya çıkmış en büyük iç politika bunalımıyla cebelleşiyoruz. Üstelik, ekonomide %100 enflasyon varken ve dış politikada bütün komşularımızla aramız berbatken.
Böylesine bir ortamda, sanki herbitarafımız herbitarafımıza denkmiş gibi, Kıbrıs politikasında tüm dünyaya “posta atma”ya kalkmak bence de saçma. Sadece ve sadece Ecevit’le kimi yakınlarının duygusal tutkularından kaynaklanıyor ve tek işlevi Türkiye’ye büyük bir kazık olacak:
Hem dikkatleri asıl yoğunlaşması gereken yerden saptırarak, hem de bunaltıcı dış baskı yaratarak, çeteleri ve dinci kadroları yoketmeyi önleyecek.
Ama, Cengiz’in yazısının gerisi balçık.
“Eğitim alanında 30’ların zihniyeti hortluyor” diyor. Bunu, Kemalist eğitime Kemalist tepeden inme yöntemle geri dönüş için söylüyor. Bunun Amerika’yı kızdıracağını “stratejik tahmin” ediyor.
Meşhur hikâyede olduğu gibi, hangi biyerini düzelteyim?
1) Kemalist eğitim zihniyetinin özü, yani Eğitimin Birliği (“Tevhid-i Tedrisat”) 30’larda değil, 20’lerin ilk yarısındadır (3 Mart 1924). Bu, doğrudan doğruya dinci çevrelerin belini kırmaya yönelik, Batıcı bir reform idi ve M.Kemal bu Batıcı reformlar sayesinde toparlanıp o zamanki Küreselleşmeye (iki savaş arasındaki uluslararası iktidar boşluğundan da yararlanıp) direnebildi.
(“30’ların Kemalist eğitim zihniyeti” ise iki başka şeydir: Azınlıklara ve yabancı okullara baskı, bir de, uygarlığın tüm dünyaya Orta Asya’dan gittiğini söyleyen mâlûm “tez”. Bunlar, zamanının keskin “milliyetçiliği” idi. Cengiz bunları kastetmiyor.)
Şimdi Eğitimin Birliği, yani Batıcı eğitim geri getirilmek isteniyor. Cengiz’in övdüğü ve “Batı’nın yayılması”ndan başka bir anlama gelmeyen Küreselleşmeyle bunun “ters düşen” yönü neresi? Amerika niye sinirlensin? Türkiye bu sayede biraz olsun toparlanacağı için mi?
Bence, Cengiz kendi gazetesine sinirlenmiş olmalı. Çünkü Sabah bir azizlik etmiş. Cengiz’in yazısının yanına ABD Dışişleri sözcüsü Nicolas Burns’ün koskoca bir demecini koymuş: “Refahyol zamanında Türk-Amerikan ilişkilerinde bir duraklama olmuştur” diyor.
2) Batıcı eğitimin geri getirilme yöntemi, aynen 30’lardaki konuluş yöntemi gibi: Batıcı seçkinlerin zoruyla. Bu, elhak, çok üzücü bişey. Ama, eğer Cengiz buna “tepeden inmecilik” değil de “gericilik” diyorsa terim bilmiyor, üstelik hangi azgelişmiş ülkede (Cengiz’i de Tarsus Amerikan Kolejinde okutan) hangi Batıcı reform “alttan gelen” baskıyla oldu, onu da deyivermesi lâzım.
3) Cengiz, Türkiye’nin 8 Yıllık Eğitim yüzünden istikrarsızlaşacağını söylüyor.
Bir kere, bu bastırmayla bu noktaya gelinmeseydi, asıl o zaman Türkiye’nin istikrar durumu ne olacaktı; düşünmek bile korkunç. İkincisi, Ankara’daki “8 Yılı Protesto” yürüyüşünde (29 Temmuz) dinciler oralarını buralarını sıka sıka ve üstelik polis desteğiyle ancak iki bin kişi toplayabildiler!
4) Cengiz’e göre, nereye çeksen oraya gider on bir yaşındaki bülûğa ermemiş sübyanlara MS 7. Yüzyıl zihniyeti aşılamak gericilik değil; kolay aşılama istasyonu olarak kurulmuş imamhatip ortaokullarını kapatıp çocuğun iyiyi-kötüyü daha rahat seçebileceği lise çağına kadar MS 20. Yüzyıl (Batı) eğitimi vermek gericilik.
Neden? Çünkü bu 1930’lara (aslında, 20’lere!) dönüş! Peki birader, elli üç yıl önce iyi bir iş yapılmışsa ve sonradan bozulmuşsa, aynı iyi noktaya geri gitmek “gericilik” midir, ilericilik mi?
Şimdi, 1940’lardaki Köy Enstitüleri kurulsa, bu gericilik mi?
Bu nasıl “ileri” ve “geri” anlayışı? Cengiz Mülkiye’de böyle mi okudu?
Gerek bireylerin gerekse toplumların yaşamında (doğal felâket durumu dışında) belli bir uygarlık düzeyine ulaştıktan sonra geri gidiş (“rikorsi”) olmayacağını, olsa bile toplumun hemen aynı noktaya dönmek için çabalayacağını ona Mülkiye’de öğretmediler mi?
Yoksa bunları Mülkiye’den sonra öğrendi de biz mi henüz öğrenmedik? Vallahi insanın kafası karışıyor.