Leeds United’ın başkanı çok sert konuşmuş: “Bu şekilde bir adalet sistemine sahip olan Türkiye’nin AB ’de yeri yok!” (Radikal, 05.04.10). Sebep: 10 yıl önce Taksim’de bıçaklanarak öldürülen iki taraftarın katilleri hâlâ bulunamamış. İngiliz başkan, Türk adaleti hakkında bizim bildiklerimizin binde birini duysa herhalde konuşmazdı. Çünkü dili tutulurdu. Yerime sığdığı kadarıyla birkaçını hatırlatayım.
1) Milletvekili Süleyman Sarıbaş bana ve Prof. Kaboğlu’na “Babanız kimmiş, ananıza sorun” dedi, Yargıtay “ifade özgürlüğüdür” diye beraat ettirdi (bkz. B.Oran, Radikal-2, 19.07.09).
Oysa Türk adaleti, bir yargıca “işgüzar” diyen gazeteci Nazlı Ilıcak’ı 11 ay 20 gün hapse mahkum etti (Milliyet, 01.04.10). Bu yargıcı tanıyorsunuz; Sincan 1. Ağır Ceza Yargıcı Osman Kaçmaz. Bir Yargıtay eski üyesi kendisine başvurmuş ve “Kayıp Trilyon davasında ben şahsen zarar gördüm” diyerek Gül hakkında (cumhurbaşkanı olması nedeniyle verilmiş) takipsizlik kararının kaldırılmasını istemişti. Yargıç Kaçmaz da kaldırarak Gül’ü yargılama yolunu açmaya girişmişti. Oysa O. Kaçmaz, Belediye-İş Sendikası davasında takipsizlik kararına yapılan itirazı şu gerekçeyle reddetmişti: “Sendikaya aidat ödeyen denetçiler suçtan zarar görmemiştir, itiraz hakları yoktur” (Haberaktüel, 24.05.09).
2) Hrant, 301’den mahkum edilince, kendini savunan bir yazı yazdı. Bunun üzerine Türk adaleti bir de “Adil yargıyı etkilemeye teşebbüs”ten (TCK 288) dava açtı Hrant’a.
Oysa, Org. Büyükanıt Şemdinli’de bombacıya “Tanırım, iyi çocuktur” demişti. Org. Başbuğ Ergenekon sanığı Org. Saldıray Berk için açıkça “Suçsuzdur” dedi (Taraf, 17.03.10). Türk adaleti soruşturma bile açmadı. Oysa, Askerî Ceza Kanunu md. 148/C şöyle diyor: “Siyasi amaçla demeç veren askerî şahıslar 1 ay ilâ 5 yıl arası hapsedilirler”. Aksine, HSYK, generallere söz söylemeye cesaret eden savcıların, ne biçim yargı bağımsızlığı ise, derhal defterini dürüyor: Org. Kenan Evren’e dava açmak isteyen savcı Sacit Kayasu’yu ve Org. Büyükanıt’ın adını iddianamesinde geçiren Şemdinli savcısı Ferhat Sarıkaya’yı memuriyetten attı. Org. Berk’i ifadeye çağıran Erzurum Savcı Tarık Gür’ü görevden aldı. Şimdi de Balyoz’un iki savcısını.
3) Malum gazeteci Can Ataklı, malum Yılmaz Dikbaş’dan alıntı yaparak, Helsinki Yurttaşlar Derneği kurucusu aydınlara açıkça iftira attı: “AB bunlara para yediriyor” (bkz. B.O., R-2, 22.02.09).
Türk adaleti, bu insanların tekzip yayınlatmasını bile önledi. 29.01.09 tarihli kararında, artık ilgiyi nasıl kurabildiyse, şöyle dedi: “Masum gibi gözüken Ermenilerden Özür Kampanyasına imza vermiş bu kişilere karşı çıkmak fikir ve inanç özgürlüğü kapsamındadır”. Aynen, bana “yabancı devletler tarafından maddi ve manevi satın alınmıştır” diyen gazeteci Mustafa Balbay’ı Yargıtay’ın “B. Oran, Agos yazarıdır. Kendi aleyhine eleştirilere, sert de olsa, katlanmak zorundadır” gerekçesiyle aklaması gibi. Yani, Türk adaletine göre, Agos yazarlarına küfretmek Türkiye’de artık hak. (bkz. B.O., R-2, 21.02.10).
4) Nijeryalı gariban mülteci Festus Okey, götürüldüğü Beyoğlu Asayiş Şube Müdürlüğü’nde 34 ay önce öldürüldü, Türk adaleti Nijerya’dan “Bu adam Festus Okey midir?” diye sordu ve tam 10 duruşmadır cevap bekliyor (İ. Saymaz, Radikal, 02.04.10). Halbuki, bir sığınmacı olan Festus’un resmî kimlik bilgileri Ankara’daki BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinde mevcut (T. Korkut, BİA, 30.09.09).
Oysa, Türk adaleti, “taş atan çocuklar”a tek celsede 15 yıla varan cezalar veriyor. Bunların birçoğunun dosyasındaki tek “kanıt”, polis veya asker ifadesi. Tabii, bir de sırtlarının terli oluşu. Diyarbakır’da inşaat işçisi Mahmut Yaşar “ıslık çalarak bölücü örgüt lehine slogan attığı” için 10 ay hapis yedi (Milliyet, 19.03.10). Yine de şanslı; şarkıcı Rojda, bir şarkısıyla “terör örgütünün propagandasını yapmak”tan 1 yıl 8 ay almış bulunuyor (Radikal, 26.03.10).
5) Türk adaleti, gayrimüslim vakıf mallarına şu gerekçeyle el koydu: “Türk olmayanların kurduğu tüzel kişilikler gayrimenkul sahibi olamaz” (Yargıtay 1971, 74, 75 kararları). Bir Rum vatandaşa “Yabancı uyruklu TC vatandaşı” dedi (İstanbul İdare Mahkemesi, 17.04.96 tarihli karar) (İkisi için bkz. B.O., Türkiye’de Azınlıklar, 5. baskı, s. 94 ve 105-106). Yani, laik Türk adaletine göre Müslüman olmayan vatandaşlar “Türk” değil.
Oysa, “Türkiye’nin kurucu antlaşması” Lozan md. 40 şöyle diyor: “Gayrimüslim TC vatandaşları her türlü hayır kurumları kurmak konularında eşit hakka sahiptirler”. Md. 42: “Gayrimüslimlerin mevcut vakıflarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak ve bunların yenilerinin kurulması için gerekli kolaylıkların hiçbiri esirgenmeyecektir”. Md. 37: “38. ilâ 44. maddeler arasındaki hükümler Türkiye tarafından temel yasalar olarak tanınacak ve hiçbir kanun ve hiçbir resmî işlem bunlarla çelişmeyecek ve bunlardan üstün olmayacaktır”. Anayasa md. 90/5: “Temel hak ve özgürlükler konusundaki uluslararası antlaşmalar, aynı konudaki ulusal yasa hükümlerine üstündür”.
Türk adaleti, bir ceza davasında, artık ilişkiyi nasıl kurduysa, “Fener ekümenik değildir” diyerek, laik Türkiye’de Ortodoks ilahiyatına da karışabildi (13.06.07 tarihli Yargıtay kararı; bkz. B.O., R-2, 01.07.07).
6) Türk adaleti, seçimde Kürtçe konuştu diye Orhan Miroğlu’na 6 ay verdi; şimdi 5 yıl Kürtçe konuşması yasak. Tahir Elçi, Mahmut Vefa, Mahmut Alınak, Mehdi Tanrıkulu, Nuri Yaman, daha sayayım mı? Seçim kampanyasında Kürtçe “Hemen git su getir” diyen Sırrı Sakık’a bile fezleke düzenlendi (Radikal, 09.03.08).
Oysa, Kürtçe kullanma konusunda, Anayasa md 90/5’in “ulusal yasaya üstün” kıldığı Lozan md. 39/4 diyor ki: “Bütün TC uyrukları her türlü açık toplantılarda, ticarette, basın-yayın organlarında istedikleri dili kullanabilirler ve buna karşı hiçbir kısıtlama getirilemez”.
7) Anayasa Mahkemesi (AYM), türbanı üniversitelerde serbest kılmaya zemin hazırlayan değişikliği anayasanın laiklik ilkesine aykırı bularak iptal etti. “367 Sabih” kararıyla, cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçimini önledi. Şimdi de CHP, bu “sağlam” örneklere güvenerek, daha çıkmamış anayasa reform paketini AYM’ye götürmeye hazırlanıyor.
Oysa, Anayasa md. 148 şöyle diyor: “AYM; Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler”. Yani, sadece oylama usulüne uygun yapıldı mı, süreler gözetildi mi, vs. bunlara bakabilir. Ama, şaşırmamak lazım. Aynı AYM, söylenmemiş şeyler için parti kapattı bu ülkede: DTP’nin kapatılma gerekçelerinden biri, Hikmet Fidan cinayetini kınayacak bir şey söylememiş olmasıydı (bkz. B.O., Radikal İki, 03.01.10).
8) HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek şöyle dedi: “Taslak böyle geçerse devletin temeli, çatısı çöker” (Radikal, 25.03.10). Türk adaletinin ayrılmaz parçası baroların en büyüğü İstanbul Barosu, Sayın Özbek’e “Mahmut Esat Bozkurt Ödülü” verdi.
M. E. Bozkurt? Şunları söylemekle meşhur Adalet Bakanı: “Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” (Milliyet, 19.09.1930); fotokopisini Mayıs başında çıkacak “Türkiyeli Kürtler Üzerine Yazılar”da yayınlayacağım.
Türk adaleti öyle bir şey ki; dışı Leeds United’ı, içi bizi yakar. Ama bu böyle kalmayacak. Zaten kalmayacağı için şu anda muazzam patırtı kopuyor. Beni hüzünlendiren, “halkımız”dan kimilerinin Radikal’deki habere yazabildikleri: “Kimi arkadaşlar Türkiye’de meydana gelen üzücü bir olayın emperyalist ülkelerce nemalanmasından [ne demekse?] çok memnun gözüküyorlar.
Ben de İngilizlere 1985’te 300 Juventus taraftarının ezilerek ölümüne sebep olan Liverpool taraftarını sorarım, ne oldu onlara? Siz böyle girdiyseniz, biz hayli hayli gireriz ab’ye”. Türkiye’de “antiemperyalizm” kavramının nerelere kadar düştüğüne ve nasıl bir “mantık”la “vatan müdafaası” yapılabildiğine bakınız.