Baskın Oran

Habitus’un dayanılmaz yükü

1299’da (veya 1303’te) Osmanlı Beyliği’ni kurdu. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ni. Baştan büyük itibar sahibiydi. Şimdi bu itibarı imhayla meşgul. Ama oraya geçmeden, yakın tarihte kısa bir ufuk turu.

Özlem ve gerçekleştirilmesi

Devleti kurmuştu, ama o kadar. Çünkü sinesinden çıkan Baş Kurucu onu derhal Siyaset’in dışına sürmüştü. Eğer ayrıntı istiyorsanız, Mustafa Kemal 1927’de ülkeye tam egemen olana kadar (ki, bu tamlığın simgesi, bütün olayın kendi açısından anlatılması olan Nutuk’un o tarihte okunmasıdır) beş ayrı toplumsal unsurla koalisyon yapmak zorunda kalmıştı (sahaflardan bulabilirseniz, B.O., Atatürk Milliyetçiliği, 5 basım, s.137-148). Bunlardan biri de alternatif askerî liderler idi. Bu koalisyonu da, vakti geldiğinde, yani 1925 Şeyh Sait isyanını ve 1926 İzmir Suikastını bahane ederek bozdu, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi komutanları devreden çıkardı. Ş. S. Aydemir’in unutulmaz tabiriyle “Tek Adam” kaldı.

Bunu da, bir asker’i istihdam ederek yaptı. Mareşal Fevzi Çakmak. Çakmak, bütün muhafazakârlığına, dindarlığına vs. rağmen, kelimenin tam anlamıyla klasik bir Prusyalı askerdi: Görevinin meşru otoriteye ve lidere itaat olduğuna inanmıştı. Atatürk onu genelkurmay başkanı olarak muhafaza etti, o da liderinin askerden yana kafasını rahatlattı. Neyse, dağılmayalım, kısa tarihçemize dönelim.

Asker, kendi içinden çıkmış Atatürk ve İnönü devletin başında, yine kendi içinden çıkmış olan Mareşal da kendi başında olduğu sürece kımıldamadan durdu. Ama bu kadar zapturaptın acısını da, “başıbozuklar” 14 Mayıs 1950’de iktidara gelince çıkardı. Yayılan ve tepki doğuran söylenti, Menderes’in “Ben orduyu yedek subaylarla da yönetirim” dediği idi. Ama bir yayılmış söylenti daha vardı: Enflasyonun ezdiği askerler artık eski statülerini kaybetmişlerdi. İçkili bir yere gidince çok hesaplı hareket ettikleri, bu yüzden “Gazozcu subay” diye anıldıkları söyleniyordu.

Bu ortam içindedir ki askerler, Demokrat Parti’nin bir karşı devrim yaptığına, kardeş kavgası başlattığına, buna da ancak kendilerinin engel olabileceğine inandılar. 27 Mayıs 1960 askeri darbesine hoşgeldiniz.

Asker iktidara geçince, 1927-60 arasında biriken hasreti gidermek için gereken kuralları ve kurumları getirdi: Her şeyden önce, “Vazifesi… TC’yi kollamak ve korumaktır” diyen TSK İç Hizmet Kanunu md. 35’i çıkararak “askeri darbe” kavramını meşrulaştırmaya girişti; gerçi benim buraya koyduğum üç noktanın yerinde “anayasayla tayin edilmiş olan” yazıyordu ama, ne gam. Milli Güvenlik Kurulu ’nu kurarak sivil iktidara anayasal ortak oldu. OYAK’ı kurarak kendini ekonomik güvenceye aldı. 12 Mart 1971 darbesinde “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” adı altında kendi danıştayını kurdu. 1962’de HSYK’yı kurdu. 12 Eylül 1980 darbesinde ise Türkiye’yi A’dan Z’ye bir “Milli Güvenlik Devleti” haline sokacaktır.

Üniformasız askerler

Bütün bu süreç içinde asker sadece şiddet unsurunu kullanmadı. Biraz sivil politikacıların lagarlığından yararlandı, ama esas olarak, “aydın” dediğimiz kimi sivil bürokratların desteğinden kaynaklanan bir “rıza”dan kuvvet aldı. Her askeri darbede bunlar bakan vs. olarak hizmet vermekle kalmadılar, anayasa ve yasaları yaparak askeri vesayeti kanunileştirdiler. Askere tam biat ettiler. Kapısına sıralanıp tebrikler ettiler. Şu anda da “sivil darbe” gibi kavramlar bularak bu vazifeyi sürdürmeye çabalıyorlar.

Çabalıyorlar, çünkü asker eski asker değil artık. Bunca itibarı mirasyedi gibi bitirdi. Askeri darbe yapamayınca muhtıraları denedi. O olmayınca, gece yarıları sitelere bildiriler koydu. Ama, Susurluk olayıyla geleceğim diyen, Şemdinli olayıyla geliyorum diyen, Ergenekon olayıyla da geldim! diyen kaçınılmaz süreç patlayınca panikledi. İçini temizleyip kurtulacağına, herkesin malumu olan şeyleri gözümüzün içine baka baka inkar etmeye başladı. Albay Dursun Çiçek olayında “Kağıt parçası” dedi. Topraktan çıkarılan LAW silahları için “boru” dedi. Bu kadar açık diyemeyecek vaziyete gelince de, şimdi yedi askeri parçalayan (ve “PKK mayınıydı” diye açıklanınca, Başbakan’ın Ahmet Türk’e verdiği randevuyu iptal ettiren) askeri mayın olayında görüldüğü gibi “Olay savcılığa intikal etmiştir” deyiverdi. Dağlıca’dan falan hiç bahsetmiyorum.Ben olsam, artık bu kadarında direnmemeyi akıllılık sayardım. Çünkü askerde “savcılığa intikal etmiştir” geleneği olsa, can kurban. 180 derece tersi var. Şemdinli olayı patlar patlamaz “İyi çocuktur” dedi. İfade vermeye gitmeyen generaller için “Suçsuzdur” dedi. TCK md. 288’in “mahkemeyi etkilemek” yasağını (6 aydan 3 yıla hapis), Askeri Ceza Kanunu md. 148’in “siyasi amaçla demeç vermek” yasağını (1 aydan 5 yıla hapis) hiç umursamadı. Hatta siyaset yapmayı, cuma günkü “basını bilgilendirme”lerle otomatiğe bile bağladı.

Nasıl böyle oldular?

Asker kendini bu hale nasıl düşürebildi, izahı zor. Ama, 2002’de ölen sosyolog Pierre Bourdieu’nün öğrettiği bir kavram izah ediyor: “Habitus”. Habitus, toplumsal yapıların bizim bünyemizin derinliklerine işleyip kendini içselleştirmesi durumu. Toplumsal kökenimiz ve onun hayatımızdaki izdüşümüne eklenen toplumsal tecrübeler, çoğu zaman biz hiç farkında olmadan, bizim grupsal algılama ve düşünmemizi biçimlendirir. Bizi, olduğumuz biz yapar. Seçimlerimizi, zevklerimizi, emellerimizi, iddialarımızı, bütün bunları habitus’umuz belirler. Tabii ki, değişime direnmemizi sağlayan da odur.

Acaba, askerin Türkiye’de “ben geldim!” diye bas bas bağıran değişime bu kadar körü körüne direnmesini doğuran, habitus’u değil mi? Bu insanlar çok mütevazı bir toplumsal yapıdan/kökenden geldiler. Askeri okullarda onlara 1930’ların monist değerleri yüklendi. Devletten ancak onların sorumlu olabileceği öğretildi. Onlara kimselerin karışamayacağı anlatıldı. Yarım asırdır da bunun pratiğini yapıyorlar. Asker olmasalardı, bunca yükselmeyi ve ayrıcalığı asla yaşayamayacaklarını da çok iyi biliyorlar. Bunca birikimli bir habitus’u yenebilmek kolay mı?

Tasalanmayın, yazgı değil

Ama, fazla tasalanmayın. Çünkü Bourdieu bu kavramı anlatırken şunu da söylüyor: “Habitus bir yazgı değildir. Çünkü, genetik değil, sosyal bir olgudur. Alışıldık durumlar karşısında kendini aynen üretir ama yepyeni durumlar karşısında kendini yeniler.” Bakın, cuma “basını bilgilendirme” toplantıları bitti. Genelkurmay Başkanı çok daha az ve dikkatli konuşuyor. Onun içindir ki habitus’u sürdürme görevini, şimdi, aynı habitus’a tek yumurta ikizi gibi sahip, her askeri darbede gidip askere en ön sırada destek veren yüksek yargı üstlendi.

Onunki de sosyal; genetik değil şükür. Darısı onun da başına. Habitus’larının o dayanılmaz yükünden yüksek yargıyı ve askeri kurtaracak değişimin gerçek ve kalıcı olduğunu anladıkları zaman, mesele zaten halledilmiş olacak.

Not: HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’in “Pakistan’da 4000 yargıç istifa etmişti, biz de ederiz” lafını (aynen Onur Öymen’e söylettiği gibi) vallahi Allah söyletti. Yahu, onlar, Org. Kenan Evren’in “kardeşim” dediği diktatör Zia Ül Hak’ın askerî darbesini protesto için istifa etmişlerdi. Bizimkiler?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı