Nasreddin Hoca değiliz ki, on yıl arayla sorulduğunda aynı yaşta olduğumuzu söyleyip, “Bizde söz ağızdan bir kere çıkar” diyelim. 15 gün önceki son yazımda hükümet için “Nefesi buraya kadarmış” demiştim. Şimdi çok önemli bir gelişme var ve bendeniz tersi bir değişikliğe dek eski pozisyonuma dönüyorum: Bu hükümet, bu işi, böylesi bir durumda, olabileceği kadar iyi götürüyor.
“Dönekliğim” şundan: AKP bağlayıcı karar almadı; grubu serbest bıraktı. Geçen sefer olduğu gibi “ikna” toplantıları da yapılmayacak. B.Arınç “BM kararı şart” dedi. Y.Yakış, önce müzakerelerin bitmesini istiyor. E.Yalçınbay bir insanlık numunesi veriyor. Yüzde 60 fireden söz ediliyor.
Fazla “hüsniye” olduğumu düşünenler çıkacaktır; ama milletvekilleri bu durumda bal gibi bu tezkereye “hayır” diyebilirler ve de tarihe geçerler. Çünkü bu memlekette insanlar oylarını nasıl verecekleri konusunda fazla ısrar ve baskıyı sevmezler. Çünkü, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bugüne kadar hiçbir konu halkın yüzde 94 desteğini almamıştır ve bir dış politika konusu tarihimizde ilk defa halk tarafından tartışılmaktadır. Çünkü bu saldırı alabildiğine haksızdır. Çünkü bu işte Türkiye’nin zerre kadar çıkarı yoktur ve bu küpün üstü de altı da balçıktır.
“Hayır” durumunda ne olur? Hemen söyleyeyim: Fevkalade iyi olur. İki konu tek tezkerede gönderildiğine göre Türkiye ne 1. maddedeki K.Irak’a asker gönderme belasına bulaşır, ne de 2. maddedeki Amerikan askeri kabul etme rezilliğine. Hatta, Türkiye’nin reddi halinde Kuzey Cephesi açılamayacağından, ABD bu saldırıya girişmeyi bile sonbahara (yani, başka bir bahara) erteleyebilir.
Korkmayın, Amerika küsmez. Gelişmiş ülkelerde bizim gibi küsme âdeti yoktur; böyle ülkeler sürekli dostların veya düşmanların değil, sürekli çıkarların sahibidirler. Üstelik, bu “Kongre” gerekçesiyle ABD’dir bizi tanıştıran.
Yine korkmayın, Amerika Türkiye’yi Arjantinleştirerek cezalandıramaz, çünkü bu saldırganlığı böyle yürüdüğü sürece Türkiye’yi itmemek zorundadır. En kötü durumda tek ciddi sorunumuz, iç borcu yeniden yapılandırmak olacaktır. Bunun için de AKP hükümeti milletin karşısına çıkar, Sizi Savaştan Kurtardım, Hep Birlikte Biraz Sıkıntı Çekeceğiz der. Bunu söyler ve de yapabilirse, helal olsun.
Tezkerenin reddi, asıl, Türkiye’nin K.Irak’a girişini engellemesi açısından nimet olacaktır. Bakınız, hepimiz “K.Irak” diyoruz. Burası Irak devletinin kuzey parçası değil mi? Bir yandan ABD’nin Irak’a girmesinin gayri meşru olduğunu söylerken, Türk askerinin ülkenin kuzeyine girmesini herhalde “Irak’’ın bütünlüğü” teorisiyle izah etmiyoruzdur?
Hadi, felsefeyi bir yana bırakalım ama, biz oraya göçü önlemek için mi giriyoruz; bal gibi Kürt devletinin kurulmasını önleyeceğiz. Peki nasıl? Saddam gidip de federasyon kurulunca üç federe devletten biri, adı böyle konmayacaktır ama, Kürt federe devleti olacak. Türkiye bunu hangi hukukla, hangi araçla ve hangi süreyle o Kürt kaynayan bataklıkta engelleyecek? Üstelik, ABD Kürtlere uçaksavar dahil silah dağıtmışken? Bir de, burada çok dikkat: Kimi Türkmenler, örneğin Orhan Ketene, Türkiye’yi feci tahrik ederek oraya çekmeye çalışıyor. “Türkiye girmezse, 15 yıla kalmaz güneydoğuyu kaybeder” diye tehdit ediyor. Bu türden “politikacılar” Türkiye’den önce bizzat masum Türkmenlerin felaketine sebep olabilir; söylemedi denmesin.
Hiç düşündünüz mü ki, tek çıkış yolu Türkiye olacağı için kolaylıkla ehlileştirilebilecek bu “oluşum”u daha kurulmadan kendimize düşman ettiğimizi? Bununla da kalmayıp, kendi Kürt vatandaşlarımızı da aynı anda yabancılaştırdığımızı? Onların güneydeki bir Kürt devletine meyletmesini önlemenin en sağlam yolunun, bu insanların Türkiye’de gerçekten mutlu olmasını sağlamak olduğunu neden bir türlü anlamak istemiyoruz? Askerî güçle engellemek nereye kadar bir çözümdür allahaşkına?
Anlaşılan, uluslararası kamuoyu da bizim için tamamen önemsiz. ABD’ye “evet” desek ve bir de K.Irak’a girsek, meşhur hedefimiz AB ne olacak? Haklı veya haksız, dış imajımızı bir hatırlatayım: Türkiye’nin adı 1974’ten beri “İşgalci Türkiye” idi. 1980’den sonra “İşkenceci Türkiye” eklendi. ABD’yle para pazarlığı yapınca “Bezingan Türkiye” dendik, şimdi de “Kürt Düşmanı Türkiye” mi olacağız? Bu sonuncu sıfat, PKK’nın Kürt olduğu için değil ayrılıkçı olduğu için yok edildiğini söylememizi boşa çıkarmayacak mı? Hadi, bu sıfatları zerre kadar hakketmiyoruz; “şüyuu” ne olacak? Sesini benzetsen, kokusu?
Tabii bir de, üstüne, “Emperyalist Türkiye” mertebesine erişmek var. 1926 anlaşmasındaki “yüzde 10” alacağın Irak’ın “petrol üretimi” üzerinden değil de Irak’a verilen hisse (royalty) üzerinden olduğunu bilmeden Musul konusunda yazmaya meraklı olanlarımız sayesinde.
Ve hatta, can derdinde olan bir komşunun yakasına yapışıp “Bastır borcunu” dediğimiz için, özel beslenme alışkanlıkları olan bir tür kuşa da benzetilerek anılabiliriz ama, sanırım bu kadarı onurlu bir ülkeye fazlasıyla yeter.
Siz bu yazıyı Cuma günü okurken oylama bitmiş olabilir. Eğer “Hayır” çıkarsa, hem komşunun ırzına tecavüze yardım etmeden, hem de K.Irak bataklığına saplanmadan bu beladan sıyrılmış olacağımız için, çocuklar gibi sevineceğim.