Baskın Oran

Sistem’in “perişan” oluşu

Baba evimizde çok kitap bulunduğundan olacak, okula başlamadan çok önce gazetelere  sardığımı anımsıyorum. Yere, halının üzerine yayar, içimden okuyamadığımdan, yüksek sesle heceler dururdum.

Günlerden bigün, o zamanlar aldığımız iki gazeteden biri olan Sabah Postası gazetesinde “Karşıyaka’da Genç Kızın Irzına Geçenler Yakalandı”  başlıklı  bir haberi heceliyorum; Allah rahmet eylesin,  epey yaşlı (ben doğduğumda 56 yaşındaymış) ve çok Osmanlı bir babam vardı, “Baba, bu  ne demek?” diye sorduğumda şöyle cevap vermişti:

“Birileri bir genç kızı perişan etmişler de, onlar yakalanmış!”

Yazı yazmaya oturup da “Sistem’in Perişan Oluşu” diye başlık atınca, Alsancak İkinci Kordon’daki iki katlı Rum evimizin oturma-yemek odasında ilk kez duyduğum (ve tabii, kötü bişey olduğunu sezmek dışında, anlamadığım) “perişan edilmek” deyimi geldi aklıma.

Bugün, kimi milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması sonucu demokrasinin perişan edilmesi olayının yalnızca hukuksal yönünü yazacaktım. Olayın siyasal yönünü tartışmaya hiç niyetim yoktu. Ama, yaşları o günleri anımsamaya  uygun olmayanlara bazı şeyleri anımsatmak için iki kelimeyle olsun dokunmam gerekiyor:

İşin siyasal yönünü fazla tartışmaya niyetim iki nedenden dolayı yok:

1) Çünkü olay fazlasıyla açık: Türkiye’de, ikinci bir 12 Mart yaşıyor. Karayalçın’ın “kel alâka?”  diye karşılanan uyarısı bu açıdan çok iyi oturuyor.

1971’de yaşadığımız 12 Mart modeli, 1980’de yaşadığımız 12 Eylül modelinden farklıydı.

12 Eylül darbecileri, kendilerini yeterince güçlü hissettiklerinden, TBMM’yi kaldırıp yerine kendileri geçmişlerdi ve demokrasiyi bizzat “perişan” etmişlerdi.

12 Mart darbesi ise, ortam yeterince uygun, kendisi de yeterince güçlü olmadığı için TBMM’yi kaldırıp atamadı. Ama, çoğu milletvekillerini “Yoksa Meclis’i kapatırız” tehdidiyle korkutarak, İsmet İnönü gibi bazılarını da “Yoksa Komünistler memleketi ele geçirecek” öcüsüyle “ikna” ederek, demokrasiyi   ortadan kaldıracak yasaları bizzat TBMM’ye çıkarttı. Bu yüzden, aslında çok daha “yumuşak” olan 12 Mart, TBMM açısından alındığında, 12 Eylül’den çok daha vahimdir.

Bugün yaşamakta olduğumuz İkinci 12 Mart, “Memleket bölünüyor” öcüsünü kullanarak işe girişmiş, ilk adımı da Terörle Mücadele Kanunu’nun ağırlaştırılması girişimiyle atmıştı.

Şimdi de, sistemin tekerine kimi söz ve davranışlarıyla ne kadar çomak sokmuş olursa olsun, halkın oyuyla Meclis’e gelmiş olan bir partiyi, TBMM’yi “ikna” ederek “üyelerinin dokunulmazlığını kaldırıp tutuklatma” yöntemiyle fiilen tasfiye ettirerek devam ediyor. Hem de, bu parti, kapatılma istemiyle Anayasa Mahkemesi önünde yargılanmakta iken. Bu yargılanmayı bile bekleyemeden. Bu durumda, TBMM, parti kapatma yetkisini Anayasa Mahkemesi’nin   elinden almıştır.  Olay bu kadar basit.

2) Olayın siyasal yönünü fazla tartışmaya niyetim yok, çünkü Türkiye’de her çocuğun sokağa  çıktığı ilk gün öğrendiği o gerçeği ben de biliyorum: “Öpülmüş dudağın” davası olmaz!

Olan oldu.

Dış ilişkiler bakımından, Soğuk Savaş sonrasında “Bölgesel Güç” rolüne soyunan Türkiye, PKK’nın Avrupa’da yasaklanmasıyla kendisine açılmış olan olağanüstü  krediyi  perişan etti.  Bugün gelen haberlere göre Fransa, Avrupa Konseyi’ni tek gündem maddesi “DEP” olan bir toplantıya çağırıyor. Herkes, Almanya’dan Kohl ve Kinkel’in Ankara’ya telefonda söylediklerini konuşuyor. ABD Dışişleri Bakan  Yd. Oxman  bu işi görüşmek üzere Ankara’ya geliyor.      Özet: Türkiye’nin en istemediği şey,  yani Kürt Sorunu’nun uluslararası bir sorun haline gelmesi bu “dokunulmazlığı kaldırma” operasyonunu tezgâhlayanlar  “sayesinde” gerçekleşmiş oluyor. Kutlu olsun.

İçerdeki sistem açısından Türkiye, en önemli sorununda diyalog olanağını yitirdi.  Şimdi,  bir taraftan “Tek yol terördür” diyenler güçlenecek, karşı taraftan da,  “Bunları son ferdine kadar kırmadan bu iş bitmez” diyenler.

Ayrıca, TBMM’nin, yani parlamenter demokrasinin saygınlığı da  yıldırım dokunulmazlık kaldırmalarla, Moskova’daki gibi parlamento kuşatmalarla, enseden tutup polis arabalarına bindirmelerle, daha dokunulmazlık kaldırılmadan yapılan bir tutuklamayla, hatta İçişleri Bakanı tarafından polise   “Aman, kötü muamele  etmeyin”(!) ricalarıyla   “perişan” oldu. Yetmiş yılda dişle tırnakla kazanılmaya çalışılan saygınlık gene sıfırlandı.

Durum Moskova Parlamentosunun kuşatılmasından çok daha vahimdir, çünkü orada kuşatılan milletvekilleri direndi, Ankara’da ise Meclis Başkan Vekili (Vefa Tanır) teslimi istenen milletvekillerine, üstelik gazetecilerin önünde: “Geceyi burada geçirmeseniz. Emniyete gitseniz. Orada daha rahat edersiniz” diyebildi. Kıyas edemezseniz, hiç olmazsa  hesap edin!

İyi ki, olayın siyasal yönüyle fazla ilglilenmeyeceğimi  söylemişim. Bir de söylemeseydim? Yarın da işin asıl “perişan” yönünü, hukuksal yönünü ele alalım.

Yarın: Sistemin “perişan” namusunu kim kurtarabilir?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı