Baskın Oran

Sistemin “perişan” namusunu kim kurtarabilir?

TBMM’nin yaptığı son “dokunulmazlık kaldırma” operasyonunda  ortaya çıkan  kanun ve hukuk  perişanlığı, dünyadaki bütün örnekleri bilmiyorum ama, herhalde “eşine menendine ender rastlanır” cinsten olsa gerektir.

Öyle bir iştir ki, neresinden başlanacağını kestirmek bile keramet gerektirmektedir. Bir ucundan başlayalım:

1) “Yasama Dokunulmazlığı” başlığını taşıyan, Anayasa Md.83’e göre: “TBMM üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Meclis’te ileri sürdükleri düşüncelerden”  ve bunların “Meclis dışında yinelenmesinden” sorumlu tutulamazlar. Bunun tek istisnası, “Başkanlık Divanı’nın teklifi üzerine Meclisce başka bir karar” alınmış olması halidir.

Oysa, örneğin Ahmet Türk’e idam istemiyle yapılan suçlamalar arasında, 23 Nisan 1993’te Meclis kürsüsünden söylediği şu söz de bulunmaktadır: “Kürt çocukları da anadillerinde eğitilmelidir”. Türk’ün bu sözü hakkında “Meclisce başka bir karar”  alınmamıştır.

2) Hasan Mezarcı, ağır cezayı gerektiren bir suçlama olmaksızın, üstelik daha dokunulmazlığı kaldırılmadan tutuklanmıştır. Üstelik, bu zatın İzmir Suikastı hakkında verdiği ve medyada büyük tepkiye yol açan önergenin bugünden tam sekiz ay önce  hazırlandığı ve imzalandığı bilinmektedir. DEP’lilerin suç işlediği ileri sürülen seçim kampanyasından bu yana ise tam iki buçuk yıl  geçmiştir.

Bütün bunlar, dokunulmazlık kaldırmaların ve bunun ardından yapılan yıldırım  gözaltıların hukuksal temeli hakkında büyük kuşkular doğurmaktadır.  Hasan Mezarcı, dokunulmazlık kaldırmalara Atatürkçüler de katılsınlar diye DEP’lilerin arasına dahil edildi izlenimi doğmuştur. Bu hava içinde, Sivas katliamını yapanların bile başına patlamayan kabağın Doğrucu Davut Hasan Mezarcı’nın başına patlaması, bambaşka komplolar düşündürmektedir.

3) Gözaltına almalar, dokunulmazlığın kaldırılması kararları kesinleşmeden yapılmıştır. Anayasa Md.85’e göre, dokunulmazlığın kaldırıldığından bir hafta içinde ilgili üyenin veya herhangi bir TBMM üyesinin bu karara karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakkı vardır. Bu yüksek mahkeme bu iptal istemini on beş gün içinde karara bağlayacak, bu da Resmî Gazete’de yayınlandıktan sonra kesinleşecektir.

Aslında saf hukuka göre, kesinleşmeyi beklemek veya beklememek, yoruma göre değişebilecek bir durumdur. Ama, gözaltına almaların TBMM kuşatılarak yapılması, bir de “kaçacaklardı” gibi akıllara seza söylentilerin yayılmak istenmesi,  niyeti göstermek bakımından çok önemlidir.

4) Bir de kıyas yapalım ki, bu son durumun anlamı ortaya iyice çıksın:      Memurin Muhakematı Usulü’ne göre, nüfus ve tapu memurlarının haklarında bile koğuşturma yapılabilmesi için  il veya ilçe idare kurulu kararı ve bu kararın kesinleşmesi gerekir. O da yetmez, bu küçük memur,  ancak yargılama kararına bir üst kurulda itiraz edip reddedildikten sonra koğuşturulabilir.

Oysa, milletin oyuyla TBMM’ye milleti temsil için seçilen milletvekillerine bilinen muamele yapılmıştır. “Kamu vicdanını rahatsız” edecek olan, iddia edildiğinin aksine bu milletvekillerinin tutuklanmaması değil, tam tersine, bu türden kanunsuzluklar, hukuksuzluklar ve açık haksızlıklardır.

5) Gene 83. maddeye göre, TBMM’deki siyasal parti grupları, yasama dokunulmazlığı konusunda görüşme yapamaz ve karar alamazlar.

Oysa, Altan Öymen’in de anımsattığı gibi, dokunulmazlık kaldırma görüşmelerinden hemen önce DYP ve ANAP gruplarında yapılan ve bu iki partiyi bir grup disiplini içinde hareket etmeye yönelten görüşmeler Anayasa’nın bu maddesini de açıkça çiğnemiştir. Bir tek bu nokta bile, TBMM  kararlarının anayasaya aykırılığını ilana  yeterlidir.

Zaten, Nusret Demiral da bütün bunların (veya, en azından bir kısmının) farkında olacak ki, “Bu gözaltı değil, muhafazadır. Bir polisiye tedbirdir. Şimdi bunlar hakkında dokunulmazlık kalkıyor. Halkın bunlara karşı bir şeyi var. Onların hayatı da söz konusu” diye demeç vererek Türk hukuk sistemine “muhafaza” diye bir özgün bir katkı yapmak zorunda kalmıştır.

Ne yapsın ki, “Ben milletvekillerini bile tutuklarım!” diye bütün Türkiye’ye gözdağı verebilmek için bu katkıyı göze alması gerekmiştir.

İki gün sonra da, “Bunları PKK öldürecekti, onun için muhafazaya alındılar”  gerekçesi duyulmuştur. Doğrusu, resmî makamların kalkıp da “Halk=PKK” formülünü ortaya attıklarını duymak ilginç olmaktadır.

Bendeniz İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken, “Kalın” lâkaplı bir edebiyat hocamız vardı. Yaşıyorsa ömrü uzun olsun,  öldüyse Allah rahmet eylesin, biz öğrenciler  bağışlanmayacak bir yanlışlık yaptığımız zaman, “Ulan, süpürgenin (yani, temizlik aracının)  üstüne pisledin!” diye bağırırdı.

Sistem, bizzat sistemin kalbi olan TBMM tarafından  bu hale getirilmiştir. Sistemin namusunu, bu durumda, bir tek Anayasa Mahkemesi  temizleyebilir.

Daha önce de, 1967 yılında, çok daha önemsiz bir durumda   temizlediği gibi.

Sistem’in yürümesi isteniyorsa, tabii.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı