Baskın Oran

“Ölü canlar” ve canlı hacılar

Geçenlerde, dostum Andrew Mango bizde akşam yemeğindeydi. Kahveleri içerken, turizm acentası işleten bir komşum çıkageldi. “Neler yapıyorsun, anlat bakalım, sen hac yapmıyor musun?” diye  laf attım, aynen  şöyle  cevap  verdi: “Ben  hacılarımı sattım, azizim. Uğraşamayacağım.”

Mango, İstanbul doğumlu bir İstanbul beyefendisidir. Bizim gibi Türkçe konuşur, 5-6 dil daha bilir. BBC’den emekli oldu; Londra’da yaşıyor. Kulağı delik ve kesiklerdendir. Hemen kulak kabarttı.  Ben de kabarttım, çünkü hem Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye tanıdığı 60.000 kişilik hac kontenjanının dağıtımı çoktan bitti, hem de bizim arkadaşın  hac düzenleme yetkisi henüz yoktur, biliyorum, laf olsun diye sormuştum.

Meğer bizim arkadaş, önceden kontenjan alan ve hac düzenleme yetkisi bulunan, yani beş yıllık  olup da yılda iki milyon doların üzerinde iş yapan “A Sınıfı” acentelerden birinden “tanesi 200 dolara hacı satın” almışmış, sonra kendisine zor gelmiş, vazgeçmiş, bir başkasına  tanesi 250 dolardan devretmiş.

Mango bunu duyunca bir an  durdu, arkasından, yarısı Türkçe, diğer yarısı  İngiliz aksanıyla şöyle dedi: “Aman yarabbim,  The Dead Souls!” Yani, Gogol’un Ölü Canlar’ı! Bana da, “Ulan, işte kültür bu! Anasını satayım, ben niye düşünmedim bu muazzam benzetmeyi!” diye içimden hayıflanmak düştü. Hiç Mango’ya dipnot vermeden kendi buluşum olarak yazabilirdim ama, sığdıramadım, dipnot veriyorum.

Anımsayacaksınız, Ölü Canlar romanı, gerçekten büyük yazar Gogol’un yarım kalmış, ikinci bölümü yazılmamış bir yapıtıdır. Ama, yazıldığı kadarıyla bile fazladır. 35 yıl önce okumuşumdur, belkemiği hâlâ aklımdadır.

Roman,  Rus feodal toplumunun iyice çökmeye,  toprak   kölesi  köylü (serf) düzeninin dağılmaya, kapitalist düzenin de çarpık biçimde kurulmaya başladığı dönemi anlatır.

Gogol’un o  harikulâde biçimde betimlediği taşra kasabalarından birinde, günlerden bigün bir dedikodu dolaşmaya başlar: Şişko ve kurnaz   küçük toprak sahibi  Çiçikov,  artık iyice çaptan düşmüş olan feodal beylerin evlerini teker teker  dolaşmaya ve onlara çok ilginç bir alışveriş önerisinde bulunmaya başlamıştır: “Ölü serflerinizi değerine satın alıyorum!”

Toprak beyleri şaşırırlar. Yozlaşıp yıkılmakta olan bu düzende artık serflerin canlısının bile efendisine faydası kalmamıştır. Toprağı işleyip de efendisini besleyecek yerde, alçakların her biri başını alıp kaçmaktadır. Böyle bir durumda  bu  şişko  niye kalkıp da bu ciğeribeşparaetmezlerin ölüsüne para döksün? Fazla güzel gözüken her iş gibi, bunun da içinde başka iş var gibidir.

Nitekim,  Çiçikov biraz sonra baklayı ağzından çıkarır: Şartı şudur: “Satın alacağım ölü serfler, son nüfus sayımından sonra ölmüş olacak.” Yani, öldükleri kayda henüz geçmemiş olacaktır. Olay da şudur:  Hükümet yatırımları  özendirmek  için kredi vermekte, bu kredinin miktarını da  beylerin sahip olduğu serf sayısı belirlemektedir. Şişko Çiçikov, bu yeni “mevzuat”ı artık nasıl öğrendiyse,  henüz öğrenmemiş olan taşralılardan “kağıt üstünde” serf satın almayı, bunları gene kağıt üstünde uzak bir bölgeye nakletmeyi ve böylece devlet bankasından toprak ve kredi almayı amaçlamaktadır.

Ne muazzam olaydır, Ölü Canlar 1842’de Rusya’da yazıldı, bir buçuk yüzyıl sonra, 1994 Türkiyesinde aynen oynanıyor. Yeni kurulmaya başlayan gerçek kapitalist sistemin bütün çarpıklıklarının, erkek fahişeliğinden tut da döviz rezaletine kadar birbiri ardına  sahneye çıktığı bir dönemde, Çiçikov nasıl ölmüş serfleri satmış idiyse, Türkiye’de de canlı   hacılar satılıyor.

“Bu sistemde herşey parayla satılır da, “hacı” ve “hac” satılmaz mı, bundan doğal ne var?” diyeceksiniz ama, bu, hacıyı yalnız turizm acentesi sattığı zaman doğru. Oysa,  şeriat düzeninin temsilcisi Refah Partisi de  “hacı ticareti”  yapıyor. Dahası, devletin din’i denetim almak  amacıyla kurduğu, ama çok partili düzenden bu yana bizzat devleti denetler hale gelen Diyanet İşleri Başkanlığı da satıyor hacıları. Her acenteden, hacı başına   60 dolar alıyor.

Niye ticaretini yapmayacaklarmış şeriat düzeninin? Çiçikov da bizzat temsilcisi olduğu serf düzeninin ticaretini yapmıyor muydu?

Yalnız, “devlet” deyince, 1842’de Rusya’da yazılan Ölü Canlar ile 1994’te Türkiye’de oynanan Canlı Hacılar arasındaki korkutucu benzerlik de  bitiveriyor. Gogol’un devleti, köhnemiş feodal düzeni daha  akılcı bir düzene dönüştürmek için kredi veriyordu. 1994 Türkiyesinin devleti ise, yaklaşan seçimlerde oy kapmak uğruna bu rezaletlere gıkını çıkarmayarak, o köhne düzene “Dinsel Yatırımı Teşvik Kredisi” veriyor.

“Her sabah bu balkonda kahvaltı eder, Allah’ıma dua ederim” deyip, bu yıl da (günahı kadar sevmediği Özal gibi) hacca gideceğini ilan eden cumhurbaşkanımız ve her fırsatta “Bayrak, Kur’an, Ezan” diye meydanlarda inleyen başbakanımız, Çiçikov döneminin Rus devlet adamlarından çok farklı.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı