Baskın Oran

10 derste, hacı nasıl satılır?

Adı üstünde, hac “fariza”sı, İslam’ın şartlarından biri. Hali vakti  yerinde olan müminler, ömürlerinde bir kez olsun gitmek zorunda. Fakat, S.Arabistan, Mısır hariç her Müslüman ülkeye, nüfusunun ancak binde biri oranında hac kontenjanı veriyor. 60 milyonluk Türkiye’ye de 60.000.

Bu 60.000’lik kontenjanın 35.000’ini Diyanet kullanmakta, 25.000’i de “A Tipi” acentelere, yani 5 yıllık olup da yılda 2 milyon dolardan fazla iş yapan turizm şirketlerine dağıtılmakta. Yani, yasaya göre dış tur düzenleme yetkisi yalnızca bu acentelere ait olduğu halde, Diyanet İşleri Başkanlığı sanki “A Tipi” bir turizm acentesiymişcesine muamele görmekte.

Türkiye Cumhuriyeti’nde 4. en büyük bütçeye sahip olan, bu bakımdan nice yatırımcı bakanlığı geride bırakan, kurduğu Vakıf’la da trilyonlara (ve tabii, devlet mekanizmasına) hükmeden Diyanet, bu hac kontenjanı işinden büyük para  vuruyor. Çünkü, bir hacının bıraktığı net kâr, geçen yılki rakamlarla 700 (yedi yüz) dolar. Üstelik, geçen yıl bir hacıdan toplam 1580 dolar alan Diyanet, dolar bazında  bir masraf artışı olmadığı halde bu yıl hacı başına aldığı parayı 1720 dolara yükseltti. Ayrıca Diyanet, acentelere vermek zorunda kaldığı hacı başına bu şirketlerden 60’ar dolar pay almakta. Bu, resmî din kurumunun yaptığı bir “Canlı Hacı” ticaretidir.

Türkiye’nin kontenjanı 60.000. Peki, talebi kaç? Tam iki katı. Bu durumda, talebin arzı aştığı her durumda ne olursa o oluyor, yani “mal” tezgâh altından satılıyor. Nasıl?

Birinci tür satış, turizm acenteleri tarafından yapılıyor. Kontenjan sahibi olan ama kontenjanından fazla hacı götürerek daha fazla kâr etmek isteyen A Tipi firmalar, bir de kontenjan hakkı bulunmayan küçük acenteler “hacı pazarı”na çıkıyor.

Bu pazarın bir beslenme kaynağı, elinde kontenjan olup da bunu satmak isteyen A Tipi acenteler. Gogol’un Çiçikov’unun Ölü Canlar’ı satın alması gibi, hac yapacak acenteler de bu acentelerden hacı kontenjanlarını tanesi 200-300 dolar arası satın alıyorlar. Alınca, ya kendileri işi  bitiriyorlar, ya da bir üçüncü acenteye satıp  aradan kâr ediyorlar.

Bir de, kendi başına hacı toplamak ve bunlara kontenjan uydurmak usulü var. Bu “garantisiz” usulde hacılar,  acenteye komisyonla çalışan cami hocalarını devreye sokmak  yada doğrudan doğruya gazetelere ilan vermek gibi yöntemlerle toplanıyor. Talep fazla olduğu için, toplamak kolay da, bunlara S.Arabistan vizesi almak zor. Türkiye’de 60.000’i aşmamak gerek, yoksa büyükelçilik vize vermiyor.

Kanunsuzluk bundan sonra başlıyor. Bu işleri artık ezbere öğrendik. Acentenin adamı hacılardan toplanan binlerce pasaportu bir valize doldurup uçağa atlıyor. S.Arabistan büyükelçisi daha önceden “ayarlanan” bir ülkeye gidiyor, orada büyükelçiyi “görüyor”, pasaportlara nümeratörsüz vize vurduruyor, hacıları da o ülke üzerinden hacca götürüyor.

Dikkat ettiyseniz, burada bütün iş, büyükelçiyi “ayarlamak” sözcüğü üzerinde dönüyor. Bu kolay iş değil; binlerce pasaport söz konusu. Güven telkin etmek lazım ki, adam boynunun kıldan ince olmadığından emin olsun. Hatta, S.Arabistan’daki makamlarla danışıklı bir dövüş olsun.

Bu danışıklılığı da, S.Arabistan’ın Türkiye’de güvendiği “kurumlar” sağlıyor. Bunlardan biri ve birincisi de Refah Partisi. Parti, her vizeyi piyasa fiyatından satıyor. Aynen, Gogol’un Ölü Canlar’ı gibi. Hem de, duyduğum  doğruysa, Van Der Zee adlı acenteye. Tabii, kazanç yasal olmadığı için, muhasebe kayıtlarına da girmiyor.

Böyle “hac vizesi” ticareti yapan başka partiler olmalı. En azından ben geçen yıl bir tanesini biliyorum. Eski SSCB üzerinden hacı götürmek için pasaport başına 200  dolar para aldı. Sadece vize için. Zamanı gelince belgeleriyle birlikte açıklayacağım.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı