Baskın Oran

O an Kıbrıslı Rum olabilmeyi istedim

Siz üstünüze alınmayınız efendim.

Genellikle benimle aynı fikirde olmayıp “Bu herif yine kendi ülkesi aleyhinde yazmış” diyenlere söylüyorum, demincek (19 Perşembe saat 12.00) TRT-3’te bir haber okudular, yine kanım başıma sıçradı, bu yazıda yine ülkemi kötü eleştireceğim, yine kusurunu çıkaracağım, büyüklerimize havuç değil sopa göstereceğim, hiç sinirlenmesinler.

Ama önce, bir saniye. Hayır, iki saniye.

Birincisi, “Havuç ve sopa politikası”nı tam anımsayamayanlar var mı? Olabilir, çünkü siyasal tarih okumamışsınızdır ve insanlara biraz överek, biraz da döverek yön vermek anlamına gelen bu terimin ABD başkanlarından Theodore Roosevelt’in 20. yy. başındaki Latin Amerika politikasından (stick and carrot policy) geldiğini bilmeyebilirsiniz.

İkincisi, ben kendimi bilmeye başladığım andan itibaren sopayı değil, havucu sevdim. (Yıl 1963. 18’indeyim, Amerika’ya burslu gidiyorum, kalacağım aileye mektup yazılıyor, babam söylüyor ablam İngilizce yazıyor, babamın bir de şu cümlesini duydum kapının arkasından: “Güzellikle söylenirse daha kolay yapar”. Çok sert bir adam olan babamı bu cümlesiyle güzel hatırlıyorum). Bizde uygulanan temel politikalar bâbında şu kadarcıık bir umut ışığı görsem, ortalığı havuca boğacağım ama, bu ülkede gel de bu fırsatı bul. Demek ki sopa politikasına devam. (Bizim sopamız, garibim,  ne coptur ne de kızılcık sopası. Altı üstü, bilgisayar çıktısı!).

İki saniye bitti. Gelelim konumuza. TRT-3’ün haberi mealen şöyle:     “KKTC’nin Güvercinlik mevkiinde bir Kıbrıslı Türk askerini Rum kesiminden ateş ederek öldüren, birini de yaralayan Rum subaylarından biri Rum yönetimince yakalandı. Diğerinin aranmasına devam ediliyor”.

O an Kıbrıslı Rum olabilmeyi istedim. Beni duydunuz mu? Beni anlıyor musunuz? Rum olabilmeyi istedim! Niye o an Rum olabilmeyi istediğimi uzun uzun anlatayım mı? Gerekli mi?

Ve o an düşündüm ki, gerek Türkiye’den giden faşistlerin sopaları altında linç edilerek öldürülen, gerekse ağzında sigara bayrak direğine tırmanırken vurulan Rum’un katilleri bulunamamıştır. Hatta, bu konuda bilindiği kadarıyla soruşturma bile açılmamıştır! Neredeyse, bunları linç eden faşistleri ve vuran kişiyi ulusal kahraman ilan edeceğizdir!

Ve utandım.

Türk-Yunan ilişkilerini, özellikle de Batı Trakya’yı yakından izleyen biri sıfatıyla, iki ülke ilişkilerinde Türklerden çok daha bağnaz olduklarını yakından bildiğim Yunanlılar şu sıralarda başka neler yapıyorlar, onu da söyleyeyim.

1) Yunanistan için utanç verici bir biçimde uygulanan 1938 tarih ve 1366 sayılı yasayı son zamanlarda iyice gevşettiler.

Bu kanun, “Kıyı ve sınır bölgelerinde” taşınmaz mal alım-satımını, hatta zilyetlik hakkının kullanımını resmî bir komisyondan alınacak izne bağlar. 1938’deki amacı, yabancıların buralardan mülk edinmesini önlemekti. Ama zamanla Yunan hükümetleri bunu kendi vatandaşları olan Batı Trakya azınlığının mülk edinmesini engellemek için kullanlmaya başladılar. Devletin çeşitli yöntemlerle (kamulaştırma, fuzuli işgal iddiası, tapuyu ve zilyetliği tanımama, Türk mallarını alacak Ortodokslara özel kredi verme, vb.) mülklerini ellerinden aldığı bu kırsal toplumun belkemiğini kırmak, onu Türkiye’ye göçe zorlamaktı, Yunanlıların amacı.

Tabii, Yunan hükümeti uygulamayı niye gevşetti, çok iyi biliyorum. Bir İngiliz bir kıyı bölgesinden arazi almaya kalktı, izin vermediler, adam dava açtı ve Avrupa Birliği (AB) Adalet Divanı Mayıs 1989’da yasayı AB antlaşmasının 48., 52., ve 59. maddelerine aykırı ilan etti, şimdi de Batı Trakya azınlığı konusunda AB Yunanistan’ı durmadan sıkıştırıyor, Türklerin insan ve azınlık haklarını çiğnememesini istiyor, ondan!

Ama, ne farkeder? Dış baskıyla dahi olsa, Yunanistan insan ve azınlık haklarını çiğnemeyi en azından bu konuda ve şimdilik azalttı.

Ve onurlu Yunan vatandaşları şimdi daha az utanıyorlar.

Ama ben daha az utanamıyorum. Çünkü, evleri yakılan  Diyarbakır’ın Dicle kazası Kelekçe köyü sakinleri davasında Avrupa İnsan Hakları Divanı 16 Eylül’de Türkiye’yi suçlu buldu. Bu köylülere tazminat verilmesini bizim mahkemelerimiz hükme bağladığı gün ben de daha az utanacağım.

2) Uzun zamandır Yunan parlamentosuna Batı Trakya’dan Türk milletvekili seçilemiyordu. Şimdi 22 Eylül’de yapılacak seçimlerde gerek PASOK gerekse YDP listelerine Türk aday almaya karar verdiler.

Nedenini çok iyi biliyorum. Zaten kendileri de açıkladılar: “Millî nedenlerle” dediler. Yani, havuç politikası.

Ama olsun.  Onurlu Yunan vatandaşları şimdi daha az utanıyorlar.

TBMM’ye Rum ve Ermeni kökenli vatandaşların da alınacağı gün, ben de daha az utanacağım. Hatta, daha doğrusunu söyleyeyim, ülkemle gururlanacağım.

Ve, kişiliğimin doğasına uygun hareket ederek, bir kucak gül niyetine, ülkeme havuç serpeceğim.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı