Zevk-ü safa zamanı sayılan yazboyu ciddi şeyler yazıp durduk; şimdi ciddi döneme girerken biraz keyiflenmenin zamanı değil midir?
2,5 aya yakın zamandır Bodrum’daydım. Nasıl oluyor, adamın eşi “hakikî” Bodrumlu (safkan Giritli) ve üstelik Çerkes karışımlı olunca olabiliyor. Siz de (alabiliyorsanız tabii; valla herkese vermiyorlar, hem de nesli kalmadı da ben çocukluk arkadaşlarım, Bozok’la Ümit sayesinde bitane zor buldum), Bodrumlu hatun alın, altınıza kaba döşek sersin, ister kitaplarınıza gömülün çalışın, ister 2,5 ay it gibi gezip eğlenin.
Ben ikisini birlikte yaptım. Saat 14-16 arası çalışma, 16-19 arası deniz, 19-21 arası yemek (hiç “Kambille favası” yediniz mi? Geçenlerde Temple Bar’ı Tembel Bar yapan dizgici kardeşim, gözünü seveyim, tava değil, fava, Hazret-i Fava! Bakla ezmesi olurlar), 21-01 arası yine çalışma, saat 01’de eşimi işyerinden alış, 03’e kadar bar geziş, saat 04 yatış. Eh, tabii ancak ertesi gün 12’de kalkış ve kahvaltı.
Bizim ev Bodrum’un içinde, Zeki Müren Caddesinde. Manastır’ın biraz altında, diskocuların tapınağı Halikarnas’a 100 m, Paşam’ın bundan sonra yatır olması beklenen evine 50 m. Her açıdan çok mübarek biyerde, yani.
Gece saat 01’e yaklaşmaya başlayınca koyulursun inmeye Halikarnas yokuşundan da, şimdi nasıl tarif edilir size, oradan taa limana kadar giden Cumhuriyet Caddesindeki, nam-ı diğer “Barlar Sokağı”ndaki manzara? Bigece, yabancıların pek gittikleri Sensi Bar’ın önünde, yarım karış saten (ama, mutlaka saten!) etekli İngiliz kızı yere eğildiğinde arkadan külotu gözükmeyince (daha başka türlü anlatmamı ister miydiniz?), eşimin fesuphanallah çekerek yaptığı o çok yumuşak tanımdan bişeyler çıkarabilirsiniz belki: “Bodrum büyük bir bar ve tüm kadınlar konsomatris gibi dolaşıyor!”
Bununla birlikte, o kızın bir istisna olduğunu kabul etmek gerektir. Burayı resmen istilâ etmiş olan İngiliz turist kızların çoğu eğilince aslında külotları gözükmektedir. Hatta, içlerinde sütyen takanlar dahi vardır. Üstelik, dizlerden aşağısı Allahın o sıcağında dize kadar deri çizmelerle örtülüdür..
Kalabalıkta geyşa adımlarıyla ilerlemeye devam. Sağ taraftaki Kef Bar’ın önünden biraz zorlayarak da olsa geçersin, solda Temple Bar’ın önünde aşırı dozdan sızmış yatan biriçimsu İngiliz kızına acıyarak (yada, “Ahulanahh!” diyerek) bakarsın, o sırım gibi bıyıkları ve enfes makyajıyla birazdan Merve Sökmen ablamın arkasından zenneliğe çıkacak “Prince Erkan”ın önünde süzüm süzüm süzüldüğü kulübü de geçersin, biraz ötede Feyhan’ın işyeri vardır. Çoğunluğu, Bodrumlu sanatçıların tablolarından oluşan hediyelik şeyler satar. İçerde müşteriler olduğu için hâlâ kapatamamıştır. Müşteri hanım sorarken girersiniz:
– Bunlar nedir? – Orijinal tablo hepsi. – Sizin mi? – Tabii ki hayır; genellikle Bodrumlu sanatçıların eserleri. – Yani elle mi yapılmış?
Sanatçının neresiyle yaptığını söylemek gelir içinden; ama Suna Kan’a bis yaptırtmamış biyerdir burası; bırakırsın merakta kalsın. Zaten Neyran (M.Sandal ve Galatasaray müptelâsı 14’lük kızımız olurlar) biran önce çıkmak için huysuzlanmaktadır, çünkü kafası bozuktur, çünkü bir gün önce dükkanın önünden geçmek gafletinde bulunan Hıncal Uluç’un eline o sıralarda Tugay hakkında çıkan kötü yazıları köşesinde kınaması için bir kağıt tutuşturmuştur ve Hıncal Abem de mutlaka okuyup ertesi gün uğrayacağı sözünü vermiş, ama bidaha görünmemiştir.
Bu psikoloji içinde artık köylerden birine gidip, iki kadehin kulaklığından sessizliği dinleyebilmek hayaldir. Neyran’a bu şoku atlattırabilecek tek şey, Hasan’ın (Fenerbahçe müptelası 22’lik oğlumuz olurlar) diskcokeylik yaptığı Hadigari’de minimum yarım saat aralıksız zıplamaktır ve Hadigari’dekilerin kafası da, Haendel’in Mesih Orotoryosu’nu çalsan onunla zıplayacak ayara gelmiştir.
Gelmiştir de, o cinnet ortamında artık bana da gelmişlerdir. Bodrum’un tek caz çalan cafe’si Tiyatrom’a çıkıp rehabilitasyondan geçmek bir umuttur. Üstelik, yan binada Ayten Abla’nın Uslu Pansiyon’u vardır, önünde 70’lik Ayten Ablam sokağa attığı sandalyesinde uyuyakalmıştır ve yaklaşık saat 04’te trompet soloyla sıçrayıp hıncını Tiyatrom’un direkteki afişini yırtarak alabilir; bu sahneyi de kaçırmamak gerekmektedir. Aslında, Ayten Abla zevklerinde yalnız değildir. Beyzbol kepini ters takan herkes gibi enfes at-kelebek kompozisyonu yaratıvermiş bir magandanın mırıltısı sokaktan yukarı kadar gelmektedir: “Kim çekebiliyo lan bu müziği?”
Yerim bitti. Bodrum’da niye hiç tecavüz vakası olmadığını, kuaföre gidebilmesi için dilenen köpeği, üç haftalık dövmelerin nasıl yapıldığını, Gümüşlük’te nerede çupura yemeniz gerektiğini, “kontürlü telefon” hoşluğunu, daha nice hoşlukları anlatamıyorum. Siz siz olun, yazarınıza sahip çıkın, döşenin faksları bizim yazıişlerine, yerimi büyütsünler, yazayım. Yeni MİT Raporu’yla Barzani’nin Tarihî Çıkışı’nı okuyarak kim adam olmuş?