Baskın Oran

Lanetli harfler ülkesi

01.01.09’dan itibaren TRT düzenli (ve beğenilen) bir Kürtçe kanal açtı. Başbakan da bir cümle Kürtçe konuştu.    Tabii, buraya gelmek için galiba 40 bin vatandaşımızın ölmesi mi gerekti, o ayrı mesele. Giden gitti; söyleyeceğim başka: Türkiye’de 12 milyon kişinin dili hâlâ yasak. Öncesini bırakın; son bir yılda Kürtçe neleri yasak ettik, arşivimden tarih sırasıyla vereyim ve kaynaklarını da koyayım ki inanmayan açıp kontrol etsin:

Hapiste annesiyle konuşmak (Radikal, 15.05.08). Cep telefonuyla sokakta konuşmak (Radikal, 06.06.08). Parka çiçek adı vermek (Antenna, no. 25, 15.08.08). Kola markası yapmak (Radikal, 30.08.08). Seçim konuşması yapmak (BİA, 12.09.08). Pankart asarak bayram kutlamak (Radikal, 02.10.08). Mahkemede savunma yapmak (Taraf, 11.10.08). TBMM’ye davetiye yollamak (Taraf, 03.11.08). Bayram tebriki yollamak (Radikal, 23.11.08). Mezar taşı yazdırmak (Radikal, 23.11.08). Hatır sormak (Taraf, 07.12.08). Q, W, X harflerini kullanmak, hatta isminde varsa yurtdışından giriş yapmak (Radikal, 27.12.08). Su istemek (Sırrı Sakık) ve “Merhaba” demek (Nuri Yaman, İbrahim Binici) (Radikal, 13.01.09)

“Bunların bazıları TRT-Şeş başlamadan önce!” diyorsanız yanlış. Mesela “lanetli harfler” (Q, W, X) yasağı hem mahkemelerde devam ediyor (aman mahkemeler www.icisleri.gov.tr’yi duymasın!), hem nüfus cüzdanlarında. Çünkü Yargıtay bu üç harfin çocuk isimlerinde yasaklanmasını daha Nisan 2004’te onaylamıştı (G. Tahincioğlu, Milliyet, 15.04.04). Mesela Adalet Bakanlığı serbest bıraktı ama Bolu cezaevinde telefonda Kürtçe konuşanlara tebligat yapıldı: “Devam ederseniz, bu ‘olumsuz davranışa yönelik gruplaşma’ sayılacak” (Radikal, 15.01.09). Mesela TBMM’ye geçen ay gelen 97 dokunulmazlık kaldırma fezlekesinin 3’ü Sakık, Yaman ve Binici’yle ilgili (Radikal, 13.01.09).

Tanrıkulu’nun harikulade serüvenleri

Biraz derine inersek, sadece üç Kürt’ün yaşadıkları yeter de artar: Eski milletvekili Mahmut Alınak, politikacı Orhan Miroğlu, yayıncı Mehdi Tanrıkulu.

Alınak üç “lanetli harf”i kullandı. Her seferinde 6 ay ceza aldı. Paraya çevrildiğinde ödemedi, protesto için hapse girdi. Miroğlu seçimde Kürtçe konuştu, 6 ay aldı, Yargıtay’a da başvurması yasak. Çünkü mahkeme yeni CMUK hükmünü uygulayarak “cezanın açıklanmasını” erteledi. Miroğlu mecburen yabancı yargı organına başvurdu: AİHM.

Tanrıkulu’nunki tam bir trajikomik durum olduğu için daha yakından görmek lazım (bkz. E. Önderoğlu, BİA, 20.02.08 ve İ. Saymaz, Radikal, 31.03.08). Her şey, bu inatçı zatın Diyarbakır’da bir tutuklu hakkında bir savcının “Sözde Kürt halkı” demesiyle başlıyor. Tanrıkulu savcıyı Kürtçe bir dilekçeyle şikayet ediyor. Sonucu beklerken Emniyet’ten tebligat geliyor: “1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkındaki Kanun’a muhalefet ettiğiniz için hakkınızda dava açılmıştır”.

Ahmed Mithat Efendi merhumdu galiba, yazılarının kimi yerlerinde “Dur Kariim!” der (karî=okuyucu) ve romanda mesela sözünü ettiği dikiş makinesinin nasıl çalıştığına ilişkin teknik izahata girişirdi uzun uzun. Ben de bu yazıda mecburen böyle yapıp kimi yasaları aktaracağım.

Dur kariim! Bu kısa kanunu açıp baktım, “Arap harfleri yerine Latin esasından alınan harflerin kullanılması mecburidir” diyor. Anlaşılan savcı başka bir şey bulamayınca Eski Türkçe’yi bitirmek için çıkartılmış bu yasayı Kürtçe’yi önlemek için devreye sokmuş. Uysa da, uymasa da. Arkasından, Şapka Kanunu ile 1353 s. kanuna muhalefete 2-6 ay arası hapis öngören TCK md. 222’ye göre sanığın cezalandırılmasını istemiş.

Duruşma başlıyor, yargıç soruyor: “Koridorda Türkçe konuşuyordun. Burada bölücülük mü yapıyorsun?”

Dur kariim! Lozan’ın 39/5 maddesi aynen şöyle diyor: “Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, TÜRKÇE’DEN BAŞKA BİR DİL KONUŞAN Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır”.

Bu hüküm gereği yargıç Kürtçe, vs. bir dilekçeyi kabul etmeyebilir, çünkü yazılı. Ama Kürtçe’nin sözlü olarak kullanılmasını reddedemez. Ederse, en azından Anayasa md. 90/5’i ihlal etmiş olur. Tabii, cezalandırmak da fantastik bir iş. Hele de, Arap harfleriyle ilgili 1928 tarihli yasayı kullanarak.

‘Burada sadece Türkçe konuşulur’

Devam edelim kariim. Sonunda yargıç bir Kürtçe çevirmene razı oluyor. Ama ikinci duruşmaya başka bir yargıç geliyor ve diyor ki: “Bölücülük yapıyorsunuz. Vatan için bu kadar savaş vermişiz. Burada sadece Türkçe konuşulur”. Lozan diye bir şeyi hiç duymamış. Tanrıkulu buna aynı makamdan cevap veriyor: “Bizim de atalarımızın kemikleri halen Çanakkale’dedir”.

Son duruşmada yargıç Tanrıkulu’ya soruyor: “Aynen devam mı?” Yine Kürtçe konuşunca sanığı şu gerekçeyle üst sınırdan 6 aya çarptırıyor: “Resmî dilin Türkçe olduğu şeklindeki hükmü kabul etmeme ve yargılanmasını da ‘maksadın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek’ kabilinden yargılama mercilerini araç ve aracı kılarak bu hükmü kabul etmeme, bu konuda direnç, inat ve mücadele örneği sergilemekte olduğu…”

Arkasından da, Kürtçe savunma verdiği yani “aynı suçu tekrar işlediği” için “1928 tarihli kanuna ve TCK md. 222’ye göre” ayrı bir suç duyurusunda bulunuyor (bu dava şu anda devam ediyor).

Tanrıkulu hakkında başka davalar da açılıyor. Oralarda da Kürtçe konuşuyor ve dilekçe veriyor. İlkinde, ifade verirken savcı şöyle diyor: “Benim kafamın tasını attırmayın. Burada sadece Türkçe konuşulur. Kürtçe konuşacaksanız burada ne işiniz var, geçin K. Irak’a gidin. TC kimliği niye taşıyorsunuz?” O da Lozan’ı duymamış. Bir de, Kürtçe konuşmak için bağımsız devlet kurmayı öğütlüyor sanki.

Bir üçüncü davada yargıç şöyle diyor: “Senin memleketinde [Diyarbakır] görev yapmışım. Türkçe biliyorsun neden konuşmuyorsun?” Yine konuşunca: “Sen hâlâ ısrar mı ediyorsun? Son kez söylüyorum, bak içeri atarım. Yaz kızım, sanık ‘Türkçe konuşmayacağım’ dedi. İddia makamından soruldu…”

Ama bu davada iddia makamı (savcı) farklı davranıyor: “Sanığın savunmasının alınması için Kürtçe bilen bir tercümanın temin edilmesi için yazı yazılması”nı talep ediyor. Yargıç özel dershaneden diplomalı tercüman önerisini reddediyor, Emniyet’ten istiyor. Gelen polis başarısız olunca duruşma yine erteleniyor ve çevirmen aranmaya başlanıyor. Sonunda diyor ki: “İnternetten yeminli tercüman bulamadık, sizin getirdiğinizi kabul edeceğim”. Bu dava da halen devam ediyor.

Yargıçlarımız lütfen Lozan’ı öğrensin

Duruşma salonlarının alnında “Adalet Mülkün Temelidir” yazar. Buradaki “mülk”, ev-arsa değildir. TDK, Türkçe sözlük, “mülk” maddesine göre “Devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke” diyor. Yani, “Devlet”.

Bu yazıyı 72 milyonda isterse hiç kimse okumasın. Ama bir avuç savcı ile yargıç okusun isterim. Çünkü meşruiyete en büyük önemi veren bu grubun büyük çoğunluğu, bırakın hukuku, yasayı bile uygulamıyor. Devletin meşruiyetini sarsıyor.

Anayasa md. 90/5 hükmü, yasalar ile Lozan’ın çatışması halinde ikincisinin uygulanmasını emrediyor. Lozan md. 39/4 ise şöyle diyor: “Herhangi bir Türk uyruğunun … din, basın ya da her çeşit yayın konuları ile açık toplantılarında DİLEDİĞİ BİR DİLİ kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama getirilmeyecektir”.

Ama yargı mensuplarımız Lozan’ın bu sayfasını henüz okumamışlar. Onun için kalkıyorlar, Siyasi Partiler Kanunu’nu uygulayıp mesela md. 43/3’e göre adayların Kürtçe kullanmasını cezalandırıyorlar. Mesela md. 81’e göre parti toplantı ve propagandalarında Kürtçe kullanılmasını mahkum ediyorlar. Yapamazlar; Lozan 39/4 varken yapamazlar.

Yargı mensuplarımız 39/5’i de henüz okumadıklarından duruşma salonlarında yukarıda anlattığım trajikomik sahnelere sebep oluyorlar. TC vatandaşlarını yabancı mahkemelere yani AİHM’ye gitmeye zorluyorlar. Ve tabii, Allahın emri, Kürt milliyetçiliğinin kuvvetlenmesine sebep oluyorlar.

Acaba hiç olmazsa bu son nokta kendilerini ikna etmeye yeterli midir? 21 Şubat Uluslararası Anadili Gününüz kutlu olsun!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı