Baskın Oran

İğneli fıçı nöbeti ve onuru

İğneli fıçı nöbeti ve onuru
İğneli fıçı nöbeti ve onuru

Hrant’ ın arkasından on binlerce Türkiyeli “Hepimiz Hrant’ ız, Hepimiz Ermeni” diye yürüyünce empatiden pek nasibini almamış iki taraf da şoka girdi.

Alâmetler belirdi. Hrant’ın istedikleri birer birer oluyor. “Türk-Ermeni ilişkileri 1915 m. derinliğindeki kuyudan” çıkıyor. Öğrettiği empati, yani olaya başkasının gözüyle bakabilmek sayesinde Türkler artık geçmişe bakıyor ve 1915 rezaletinin vahşetini öğreniyor, sadece 1915’e takılmayan Ermeniler artık ileriye de bakıyor. Bunun son örneği olarak, Sydney’den Gakavian bizim “Ermenilerden Özür” kampanyasının bir paralelini inşa ediyor. Ve bizim yaşadıklarımızı yaşamak zorunda kalarak dimdik yürüyor.

Ama buraya kolayına gelmedik. İki taraf arasında bıçak vardı. Türklerin bu konuda zır cahil olduğu, Ermenilerin de “Türklerle konuşulmaz!” dediği bir zamanda biri Türkiyeli Türk (Müge Göçek) diğeri Amerikalı Ermeni (Ron Suny) iki üniversite hocası 2000’de tartışma grubu WATS’ı kurdular (sonra onlara Prof. Libaridian katıldı).

Nihayet, diyalog

Çok ürkek başladı. Kıyamet kopmayınca gelişti; bugün 600 üyeli. Önce havanda su dövüldü. Çünkü ilk duyuşta çok saçma gibi gelen ama fevkalade doğru bir söz var: “Yalnızca aynı fikirde olanlar tartışabilir”. Aynı şeyi farklı biçimde öğrenmişler neyin nesini tartışacak? Nitekim, en azından başlangıçta, iki taraf aynı şeyi çok farklı biliyordu. Öğrendiği zaman da, insan doğasının gereğini yerine getiriyordu: Otomatik ret. Ama zamanla ve mecburen şu üç şey oluşmaya başladı:

1) Karşılıklı olarak, bilmedikleri olayları ve yorumları duydular. Örneğin Türkler 1915 rezaletinin korkunçluğunu, Ermeniler de komitacıların ve ASALA’nın verdiği acıları. Bu önce tepki yarattı, sonra bağnazlıkları törpüledi.

2) Karşılıklı olarak, birbirlerinin psikolojisini ve bunun kökenlerini öğrendiler. Bu da çatışmayı yumuşattı. Ermeni tarafının neler öğrendiğini anlatmak Ermenilere düşer ve yakında anlatacaklardır ama ben sadece şu kadarıyla söyleyeyim: Türklerin bu meseleyi ya hakikaten bilmediklerini veya “Ermeniler bizi öldürdü” biçiminde “öğrendiklerini” gördüler. Bunun içindir ki Taşnak organı The Armenian Weekly benimle uzun bir mülakat yayınladığında, Sakallı Celal’in konuşmada geçen meşhur sözünü başlığa çekti: “Bu kadarı ancak tahsille mümkündür”.

Mesela kendi öğrendiklerimi özetleyeyim: Ermeni psikolojisi 1915’i jenosit olarak anmaya çok büyük önem veriyor ve başka bir terim kullanmayı reddediyor (nitekim bizim Özür’e radikaller en çok “Büyük Felaket” terimini kullandığımız için saldırdılar). Çünkü Türkleri acıtmak isteyen bir hınç içinde.

Bu hıncın sebepleri anlaşılmayacak şeyler değil: a) 1915’te ölen/öldürülen sayısı korkunç; b)Anadolu’nun başlıca uygarlık öğesi olan Ermenilerin bu topraklardan kökü kazındı (o kadar kazındı ki, “başlıca uygarlık öğesi” sözünü duyunca iyi niyetli Türkler bile çok şaşırıyor); c)Cumhuriyet bütün bunların üstünü sıkıca örttü. Ermenileri en çok da bu, yani inkâr tahrik ediyor çünkü ölüyü gömmeyi ve yasını tutmayı engelliyor (zaten bizim Özür’ümüz, jenosit’i kullanmadığı halde bunun içindir ki derine işledi).

3) Karşılıklı olarak, her iki tarafın da yekpare olmadığının farkına vardılar. Bu da çatışmayı sulandırdı. Mesela ben şahsen “diaspora”yı bütün olarak sert diye algılıyordum. Meğer onun da içinde ne farklı eğilimler varmış. Yekpare sanmamızın sebebi, bir tek radikallerin sesinin çıkması imiş. WATS’daki diyalog empatiyi inşa edince, özellikle son bir-iki yılda Ermenilerden alabildiğine farklı sesler gelmeye başladı.

Diğer yandan Ermeniler de kendi acılarını tamamen anlayan Türkleri görerek rahatladılar. Tabii bu arada şahsi tanışmalar da oldu; elin ele, gözün göze, kadehin kadehe değmesi düşmanları dostlara dönüştürdü.

Hrant’ın ölümü milat oldu

Böyle bir temel var ama, her şey Hrant’ın ölümünden doğdu (hey gidi Baba Diyalektik!). Tabutun arkasından yüz bin Türkiyeli “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni” diye yürüyünce empatiden o zamana kadar pek nasibini almamış iki taraf da şoka girdi.

Türk Yargısı onun diasporaya yönelttiği “kirli kan” eleştirisini Türklüğe hakaret sayıp 6 ay hapsi bastırınca, arkasından da böyle bir “vatan haini”ni katletmek milli görev olunca, Türkiye’de uyanmayan da uyandı. Ermenilerden ise o güne kadar Hrant’a “millet haini” diye karşı çıkan, mesela Osman Köker’in kartpostal sergisi 2006’da Köln’de sergilenecekken “O hain gelmesin!”diyenler bile onu “Şehidimiz” diye yüceltmeye başladılar. Arkası, kartopunun çığlaşması sürecidir:

Katlin ilk yıldönümü 19 Ocak 2008’de Paris’te biri Ermeni (Hos) diğeri Türk (Şimdi) iki dernek anma düzenlediler. Fethiye Çetin’i, Agos’tan Aris Nalcı’yı ve beni konuşturdular. İki millet gelip yan yana dinledi. Arkasından, Mayıs 08’de ünlü Fransız yönetmen Serge Avedikian’ın Hrant’a adadığı Aynı Sudan İçtik filmi geldi. Arkasından, Temmuz 08’de Armenian Weekly’de sözünü ettiğim mülakat yayınlandı. Arkasından Ekim 08’de Fransız entelektüellerinin “Blois Çağrısı” çıktı: “Siyasal otoriteler tarihe karışmasın!”. Arkasından, Ermeni soykırımını tanımamayı cezalandıran yasanın Fransız Senatosu’ndan geçmeyeceği ve dolayısıyla yasalaşmayacağı anlaşıldı (Parlamento Temmuz 2001’de 1915’i soykırım ilan etmiş ve Millet Meclisi de Ekim 2006’da Ermeni soykırımını reddetmeyi 6 ay hapis ve 45 bin avroya bağlayan tasarıyı kabul etmişti).

15 Aralık 08: Türkiye’de “Ermenilerden Özür” kampanyası başladı. Amacımız çok açıktı: Vicdanımızın emrettiğini yapmak ve olayı tartıştırmak. Tartıştırma, Allah kendilerinden gani gani razı olsun, Ermeni adını duymak bile istemeyen ulusalcıların protestoları sayesinde muazzam bir başarıya ulaştı (aynı şey Azınlık Raporu’nda da olmuştu, bin şükür).

Diğer yandan, bu sayede Türkiye halkının yazar olduğunu, ama okur olmadığını da öğrendik. Birinci tekil şahısta yazdığımız halde “Türk halkı adına özür dileyemezsiniz!” dediler. “Büyük Felaket” yazdığımız halde “Soykırım diyemezsiniz!” dediler. Hey yarabbim!

Tabii, insanların bu kadar süflî protesto metinleri üretebileceğini görmek can sıkıcıydı; mesela beni en sert protesto edenlerden birine önceden iznini alarak üç adet küfür e-postası örneği yolladım, dürüst biriydi ki “sonuna kadar okuyamadım” diye cevap verdi ve bir daha aramadı.

Diğer yandan, 30 bine yakın katılım Türkiye’de empati mayasının tuttuğunu gösteriyordu.

Kampanyanın bir de yan ürünü oldu: Yurtdışında da sıkı bir tartışma başladı. (Kıbrıs’ta Rum ve Türk ortak özür kampanyasını ve Rum profesörün 23 Türk’ün öldürüldüğünü açıklamasını geçiyorum). Geçen hafta ayrıntısıyla yazdıklarımı listelersem: Jean Kehayan’ın 5 Ocak Libération’daki “Türk Kardeşlerime Mektup”u, 19 Ocak’ta Fransa Ermenilerinin “Merci”bildirisi, Glendale-Kaliforniya’dan Patrick Azadian’ın “Hepimiz Hrant Değiliz”i. Ve son olarak Sydney-Avustralya’dan Armen Gakavian’ın “Türklerden Özür” taslağı.

Şimdi iğneli fıçı nöbeti ve onuru Gakavian’da

Onunki de aynen bizimkine benzedi. Derhal WATS’da saldırılar başladı: Birinci tekil şahıs yazdığı halde “Kendi adına konuş. Ermenileri temsil edemezsin!” dendi. Birisi: “ASALA onlarla işbirliği yaptığını söylemişti; Kürtler ve solcu Türklerden de imza toplayacak mısın?” diye (herhalde kendine çok anlamlı gelen) bir soru sordu. “Bu gibi metinler Türk devletinin işine yarayabilir, inkârı daha sertleştirebilir!” dendi. “Sana bunu Türkler mi yazdırdı?” dendi ve hatta olayı Radikal’e benim manşet yaptırdığım yazıldı (ben neymişim yahu!).

Aslında Radikal, benim Radikal İki’de aynı gün (1 Şubat) verdiğim haberi tırnak içine alıp metni görmüş gibi davranarak Gakavian’a pek iyilik etmedi ya, neyse. O gece (28 Ocak) Sydney’le sabaha karşı üç kere e-mailleştim. Yazımı üç kere değiştirdim. Gakavian taslağın henüz açıklanmasını istemeyince sadece mealen verdim ve “şu andaki haliyle” kaydını ekledim. Üstelik “Gakavian, Prof. Papazian’ın önceki metninden de yararlanarak yazdı” diyorum, “Kampanyanın önemli isimlerinden Papazian da Gakavian’ı destekliyor” deniyor ve tabii Papazian ürkütülüyor.

Neyse, sadede gelelim. Örgütler de sonunda devreye sokuldu. Avrupa Ermeni Federasyonu “Türk inkârını uzatmayı amaçlayan bir kampanyayı destekliyorsun!” dedi. PanArmenian.net’de Taşnak sözcüsü bir kişinin fikrinin bütün cemaate mal edilemeyeceğini duyurdu.

Be kardeşim, bu aynen geçen ay gördüğümüz korku filmi yahu! Sadece, açık küfür ve tehdit yok; şahsi postasını bilemeyiz tabii.

Ama hiç dert değil. Artık iki taraf için de cin şişeden çıktı. Bugün Gakavian olmasa yarın başka Gakavianlar olacak. Düşmanlığı sürdürmeyi vatana hizmet sayanlar, karşılıklı “vatan hainleri”sayesinde artık empati yapmayı öğreniyorlar. Zaten, son iki gün destek mesajları başladı.

Empati denilen şey Türklere, Ermenilere, başkalarına, insanlığa hayırlı olsun!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı