Baskın Oran

Kürt Milliyetçiliği Kültürel Aşamada Duracak mı?

Önce, bir gazete köşesi için çok antipatik olsa da, biraz ders yapmak zorundayız. Gellner’den yararlanmak amacıyla belli bir noktadan öteye gidebilmek için gerekli bu.

Feodal toplumda bireyin kim olduğu, güçlü bir aile ve akraba yapısı içinde saptanıyordu. Yani, toplum yapısı sağlam ve daha önemlisi durağan olduğu için, farklılıklara izin vardı. Feodal bey ile köylüsü farklı diller konuşurlardı ama, herkes kendinden beklenileni iyi bilir ve ona göre davranırdı. [Osmanlılardaki durum gibi.]

Sanayi dönemine geçen [veya, Türkiye gibi, onların üstyapısını alarak modernleşmek isteyen] toplumlarda bu sağlamlık ve duraganlık yerini sürekli değişmeye bıraktı. Bu durumda “ulusal” devlet bu farklılıklara tahammül gösteremezdi. Çünkü, bireyleri artık değişken ve hareketli hale gelmiş bir toplumu, zapturapt altına almak eskisi gibi kolay değildi. Bu yüzden, tüm farklılıkları (dil, kültür, vb.) ortadan kaldırmaya girişti. [Örneğin, Kemalist devletin yaptığı gibi]. Sonuçta şu üç olgu ortaya çıktı:

a) Toprak sınırlarının büyük önem ve kesinlik kazanması,
b) kültürün homogenleşmesi ve yerel kültürlere tahammülün kalmaması,
c) merkeziyetçi devlet.

Sanayi-sonrası toplumda bugün küreselleşme (globalleşme) olgusu yaşanıyor. Bir zamanlar rahat ticaret yapabilmek için (kralla koalisyon yaparak) ulusal devleti kuran, sonra da milliyetçilik çağında (kralı tasfiye ederek) ulus-devleti ortaya çıkaran burjuvaziye bugün ulus-devletin sınırları içindeki pazar da yetmediği için “küreselleşme” yaşanıyor.

Tabii, ardından da şu olgular geliyor:

a) Ulusal devletin sınırlarının erimesi. Bugün Belçika’dan Fransa’ya geçtiğinizi bile farketmiyorsunuz.

b) İletişimdeki büyük gelişmelerin de yardımıyla Batı kültürünün büyük başatlığı, ama yerel kültürlere tahammül. Hatta, onlara destek. Çünkü bu “ulusal” kültürler, küreselleşmiş dünya için birer “kültürel zenginlik”ten ibaret, ona hiçbir zararı yok. Hatta, çok daha önemlisi, küreselleşme olgusu, kendi düşmanının (ulus-devlet) düşmanını (ulus-devlet içindeki farklılıklar) güçlendirerek kendini dolaylı yoldan kuvvetlendirmiş oluyor.

c) Devletin merkeziyetçiliğinin zayıflaması.

Tabii, Gellner marksist olmadığı, hatta anti-marksist olduğu için bunları bu dille söylemedi ama, “kendi itikadınca” ( Bu deyimin enfes bir fıkrası vardır, biraz belden aşağı, bigün anlatırım) bu kapıya çıkan şeyler söyledi. “Teritoryal temele dayanmayan bir ‘millet’ oluşacak. Üst otorite bölgelerinin gelişmesiyle zımnî bir değer uzlaşması ve bir kantonlaşma ortaya çıkacak” dedi.

Dünkü yazımda da söyledim. Bir insanın kim olduğu, neyi incelediği değil, doğru şeyler söyleyip söylemediği önemlidir. Söylediği şeylerden bişeyler öğrenebilirsen, bunu, onun ilgilenmediği konuları incelemekte kullanabilirsin.
Ben bunları dinlerken, tabii, kafamda Türkiye’nin en başta gelen sorunu var: Kürt milliyetçiliği. Gellner’in anlattıklarından, bizim de bildiklerimizden çıkan sonuç şu: Küreselleşme sonucu, artık ulus-devlet olgusunun sonunun başındayız. Bundan sonra tek egemen kültürlü (Batı kültürü), “federal” yapılı bir dünya olacak. Peki, milliyetçilik denilen kimlik arayışının amacı, “ulus”u “bağımsız ulus-devlet” içinde örgütlemek olduğuna göre, milliyetçiliğin temel ayracı bu olduğuna göre, Kürt milliyetçiliği bugünkü ortamın gelişmesiyle nasıl bir noktaya varacak?

Daha özetle, ulus-devlet olgusunun hızla anakronikleştiği (demode olduğu) bir dünyada, eğer Kürtler kendi kültürel kimliklerine tam saygı görecekleri bir ortam bulurlarsa, bağımsız ulus-devlete kadar gitmekte direnecekler mi?
“Türk vatanının bölünmez birliği ve beraberliği” konusunda çok hassas olanları bu konu birinci derecede ilgilendiriyor.

Yarın: Kürtlere kültürel haklar verilirse, bağımsızlık isterler mi?

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı