Baskın Oran

“Kültür’le Devlet’in evlenmesi”

Geçenlerde ” Uluslar ve Ulusçuluk” adlı kitabı Türkçe’ye de çevrildi; Ernest Gellner’i tanır mısınız?

Hayırsa yazık, çünkü  epey şey kaybediyorsunuz. Başka birçok konu arasında, benim sürekli çalıştığım alanda, yani milliyetçilik konusunda özgün şeyler yazan önemli  bir bilim adamıdır. Hem felsefe, hem de sosyal antropoloji doktorası yapmıştır. Şu anda İngiltere’nin seçkin üniversitesi Cambridge’de emeritus profesördür.

Gellner’i ilk kez,  doktora tezimi yazarken kitaplarından tanıdım. Yıllar sonra bir de ODTÜ’de konferansını dinledim. Bastonuna dayana dayana ayakta konuşuyordu. Geçen salı da Türk Demokrasi Vakfı’nda (TDV) konferans vereceğini öğrenince yemeyip içmeyip koştum. (Bu vakıf, işin başında ANAP çizgisinde kurulmuş olmakla birlikte, Türkiye’de en yararlı ve çok yönlü konferansları düzenleyen kuruluşların ön sırasında geliyor. Salık veririm, gidip dinleyin.)

Gellner, milliyetçilik konusunda dikkatini Batı toplumu üzerinde toplamış, temelde muhafazakâr bir bilim adamıdır. Öyle, azgelişmiş ülkelermiş, emperyalizmmiş falanla ilgilenmez. Milliyetçiliği, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçerken oluşan bir ideoloji olarak inceler. Şimdi, ben bunları söyleyince, içinizden burun kıvıranlar olacaktır. Tavsiye ederim, kıvırmasınlar.  Herkes senin sorunlarınla ilgilenmek zorunda değildir. Sen ondan bilimsel bilgiyi, yöntemi ve yaklaşımı alırsın, kendi sorunlarını oturur kendin incelersin. Bunu daha anlayamadık.

TDV’de de aynı şey oldu. Gellner, bilinen yaklaşımını kullandı. Konferans bitince sorularla gelişen tartışma  benim için inanılmaz derecede yararlı oldu. Ama isterseniz, önce önemli yerleri kısaca özetleyeyim.

Tarıma dayalı toplumlardan sanayi toplumuna geçiş nasıl oldu? Gellner bu soruya merkezî veya doğu Avrupa’yı gözönünde tutan beş aşamayla yanıt veriyor. Bunları anlatırken anımsattığı önemli mesaj şuydu:

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Versay (Versailles) Antlaşmasının ardından çok-uluslu ve hatta çok-dinli imparatorluklar dağıldı. Self determinasyoncu Wilson ilkelerine göre “ulusal” devletler kuruldu. Bunlar, bu imparatorlukların taşıdığı bütün zafiyet öğelerini miras aldılar. Çünkü onlar da çok-ulusluydu.

Gellner’in gene bilinen, ama zihin açıcı sınıflandırmalarından biri de, milliyetçilik dediğimiz karmaşık olguda ortak kültür ile devlet öğelerinin birbiri karşısındaki pozisyonuyla ilgiliydi. Milliyetçiliği, “Kültür’le Devlet’in evlenmesi” olarak formüle eden konferansçı bu konuda Batı Avrupa’dan Doğu’ya giderek dörtlü bir ayrım yaptı:

1) Hem  güveyin, hem de gelinin mevcut olduğu durumlar: Güçlü mutlakiyetçi devletler bu “evlenme”den önce “birlikte yaşama” sayesinde bu sorunu halletmiş. Hem devlet var, hem de ortak kültür. Sorun yaratmıyor (Ör: Özellikle İngiltere ve Fransa).

2) Gelin var, güvey yok. Ortak kültür halledilmiş ama devlet kurulamamış. (Ör: Almanya ve İtalya)

3)  Ne gelin var, ne de güvey. Ne ortak kültürün oluştuğu, ne de devletin ortaya çıktığı yerlerde milliyetçilik şiddetli oluyor. (Ör: Doğu Avrupa ve Balkanlar).

4)  Güvey var, gelin yok. SSCB ile TC’nin durumu. Bir çok-uluslu imparatorluğun ardından yeniden örgütlenerek yaşamını sürdüren devlet, yepyeni bir bağlam ve içerikle yeni bir kültür yaratıyor.

“Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği” adlı doktora tezimde, “milliyetçiliğin işlevleri” adı altında ben bu ayrımı şöyle yapmıştım: 1) Batı Avrupa’da: Burjuvazinin iktidara geçmesini  meşrulaştırmak; 2) Orta Avrupa’da: Ulusal Birliği kurmak; 3) Doğu Avrupa ve Balkanlar’da: Ulusal Bağımsızlığı sağlamak; 4) 1870 sonrası Batı ve Orta Avrupa’da: Emperyalizmi desteklemek; 5) Azgelişmiş ülkeler: Üçlü işlev: a) Bağımsızlık kazanmak, b) Modernleşmek, c) Kimliğini kanıtlamak.

Gellner, azgelişmiş ülke konusuna ancak sorularla geçme olanağı buldu.

 

Yarın: Kürt milliyetçiliği, kültürel milliyetçilik aşamasında duracak mı?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı