Baskın Oran

Koyu ezberlerden: bedava üniversite

Koyu ezberlerden bedava üniversite

Yeni YÖK başkanının araştırma görevlilerini maaşlı yerine burslu yapma önerisi ne kadar yanlışsa, kamu üniversitelerini paralı yapma önerisi de o kadar doğru.

Çünkü, ilk duyuşta çelişkili gibi gelir ama, üniversite paralı yapılmazsa yoksul öğrenciler hiç okuyamaz olacak. Ayrıca, hoca kalmayacak. Hemen anlatayım. Yalnız, dikkat: Kimi zaman olduğu, örneğin “K.Irak’ta dağı taşı havadan ufalasınlar, belki ufunetimiz biraz iner”de (R-2, 28.10.07) yapıldığı gibi ne dediğimi hiç anlamadan, yazıyı bile tam okumadan karşı çıkacak dost ezbercileri hiç kaale almayacağımı başından belirteyim.

Hangi koşullarla?

Önce, “olmazsa olmaz” iki koşul:

1) Üniversite paralı olur, ama her ihtiyacı olup talep eden (“her isteyen” değil!) dört yıl burs alır.

İlkede anlaşalım, ayrıntılar kolay: Bursun miktarı ailenin gelir basamağına göre saptanabilir. Hiç gücü olmayan ailenin çocuğuna ay sonunu sıkıntısız getirecek kadar verilir. Bu para öğrenci mezun olup işe başladıktan sonra tahsile başlanır. Maaşına göre taksitlerle.  Faizsiz olabilir. Gerekirse, bu bursun sadece bir bölümü (yarısı?) geri istenebilir. Burs istemeyen veya burs almak için geliri yeterince düşük olmayanlar yine belli basamaklara göre ücret öderler.

2) Toplanan paralara “bütçenin adem-i tahsis prensibi” uygulanmaz. Yani para üniversitelere tahsis edilir.

(Adem-i tahsis, temel bütçe ilkesidir. Devletin bütün gelirlerinin, belirli hizmetlere tahsis edilmeyip, doğrudan doğruya Hazine’ye gelir yazılıp oradan dağıtılması demektir. Çünkü aksi halde Nişantaşı’ndaki butiklerden toplanan vergiler yine Nişantaşı’na harcanır).

Niye paralı ve tahsisli?

Çünkü şu anda zaten okuyamayan yoksul ve yetenekli aile çocuğu gücü olanların ödediği ile okuyabilecek. Dört yıl kızım için ödemediğim parayla kim bilir kaç yetenekli ve yoksul öğrenci okurdu.

Çünkü bursunun kesilmesini veya borcunun artmasını istemeyen öğrenci dersine çalışacak ve üniversitenin kıymetini bilecek.

Çünkü itiraf edelim: Bugün çocukların ciddi bir oranı ÖSYM’ye kafasındaki mesleği edinmek için değil, o vahim “Şimdi ne yapıyorsun?” sorusuna “Okuyorum!” diyebilmek için giriyor. Aileler de “Üniversiteye gidiyor teyzesi, maşallah!” diyebilmek istiyor. Bu “mahalle baskısı” altındaki öğrenciler yüksek meslek okullara gidince diğerleri daha iyi eğitim görecek.

Çünkü ihtiyaç duyulan dalların bursunu yüksek tutmak yöntemiyle diplomalı işsiz sayısı azaltılabilecek.

Çünkü, haberiniz olsun, bu maaş farkı varken yakında kamu üniversitelerinde bir avuç değerli idealist ve bir sürü yeteneksiz dışında kimse kalmayacak. Herkes özel üniversitelere kaçıyor. Tahsis prensibi sayesinde öğrenciler gibi hocaların da eline daha fazla para geçecek ve bu kanama duracak. Bedava kalsın derken üniversite kalmıyor yâ hû! Engels’in Anti-Dühring’de sözünü ettiği “devletin sönüp gitmesi” olmadı, üniversitenin ise olacak.

Çünkü, bu bağlantıyı pek kimsenin kurduğunu sanmıyorum ama, yoksul (ve muhafazakar) aileler çocuklarını yanlarında ucuza okutmak için mezrada bile üniversite açtırıyor. Açılınca da üniversite kavramı zıvanadan çıkıyor. Doğduğun kasabada kalırsan (köylü kalsan yine iyi,) kasabalı kalırsın; büyük kentte okuyacaksın ki yontulasın. Bir İzmirli olarak benim Ankara’da yontulduğum gibi. Kasaba, bütün dünyada, dünyaya en uzak yerdir. Ben bunu uzun yıllar önce yazmıştım:

Bendeniz alışığım

YÖK Yasası çıkmak üzereydi. Mülkiye’de doktoralı asistanım. 17 Eylül 1981 günü Cumhuriyet’te “Temel Yanlışlık” başlıklı bir yazı yayınladım (o zamanlar Cumhuriyet kabil-i hitap bir gazeteydi). Özü şuydu: “İnsanın Adem’le Havva’dan geldiğine inanan ortamda üniversite açılmaz. Kızlı-erkekli gidip bira içilemeyen yerde üniversite açarsan köy çağdaşlaşmaz, üniversite köylüleşir. Üniversite ancak büyük kentlerde açılır”.

Öyle olmadı mı? 12 Eylülcüler her mezrada bir üniversite açtılar (devam ediyor!). Bunların başına (Allah’ın emri!) tarikatçılar çöreklendi. Başladılar kendileri gibi “asistan” yetiştirmeye. Telaşlanan “dövlet” temizlik için “biyolojik arıtma”ya girişti yani Turancıları veya emekli paşaları getirip onları tasfiye etti. Şimdi üniversitenin en büyük dertlerinden biri rektörler: Bir kısmı tarikatçı, bir kısmı diktatör, bir kısmı ikisi birden. Var temizle. Bu noktaya birazdan döneceğim. Devam edeyim:

Yazıyı okuyan tüm çevrem üstüme geldi: “Sen bilimin halka götürülmesine nasıl laf edersin! Sen ne biçim sosyalistsin!”.

Uzun yıllar geçti, biri bir kokteylde geldi, açıldı: “Sana o yazı nedeniyle az küfretmemiştik ama, bir süre sonra halk Trabzon’u bize dar etti. O zaman anladık”. Bu profesör arkadaş o sırada başka (ve daha “medeni”) bir Anadolu üniversitesinde üst düzey yöneticiydi; biraz sonra oradan da attılar. Dekanıyla, rektörüyle, rektör yardımcılarıyla, hepsini.

Bugün sizler de kalayı basacaksınız. Canınız sağolsun. Yapmasanız şaşardım, çünkü “parasız üniversite” ezberi en zorlu ezberlerdendir. Ancak yıllar sonra “gelir açılırsınız”. O tarihte hâlâ hayattaysam. Değilsem, arkamdan yazın da sevineyim.

“Tanrım beni baştan yarat”

Aslında, üniversite paralı olmakla falan da kurtulamaz. En baştan kuracaksın.

1) Önce, gelişmiş-az gelişmiş diye 2’ye ayıracaksın. Birincilere tam özerklik vereceksin, ikincileri “Bir rektör, bir sekreter, bir tabela”dan kurtulana kadar bilimsel bir kurumun vesayetine alacaksın. Çünkü buraları aşiret ve cemaat ilişkileri yönetir; asistanlık için başvur da gör. Zaten bu ikinciler şimdi de bir miktar vesayette: Lisansüstü yasak; asistanlarını gelişmiş üniversitelere yollamak zorundalar (“35. madde asistanları”).

2) Sonra, her üniversiteyi en az 3’e ayıracaksın: a) Sağlık bilimleri; b) Doğa bilimleri ve mühendislik; c) Sosyal bilimler. Bu üçüncü kategorinin diğer ikisinden çektiği Marmara’ya cacık olmuştur. Bir tarihte Mülkiye’de benim “Milliyetçilik ve Azınlıklar” dersimin adına bir de “Küreselleşme” ekleyelim dedik, mecburen Senato’dan geçmesi lazım, bizim dekan telaşlandı. Çünkü bunların çoğu “azınlık” diye duydu mu ossaat “Vatan satan!” diye replik veren cinsten. Neyse, bizim dekan sözü dinlenir cinstendi de, geçebildi. Benim Senato’ya girip “Keneden Geçen Hastalıklar” dersinin adına itiraz ettiğimi bir düşününüz.

“Bir tek Allahları bir” bu üç kategori için farklı rektör ve senato getirecek, farklı yasa çıkartacaksın. Tabii, rektörlerin (hâşâ huzurdan) Allah durumundan çıkarılmasından, fakültelere tekrar tüzel kişilik verilmesinden falan bahsetmeye gerek görmüyorum.

Şimdiye kadar üniversite tüm YÖK başkanları karşısında dut yemiş bülbül kesilip el pençe divan durmuştu. Şimdi gençleri Sümeroloji yerine yüksek meslek okullarına yönlendirerek kısa yoldan üretici yapacak ve üniversiteleri ferahlatacak bir öneri gelince, başkan AKP tarafından atanmıştır diye aniden bülbülleşti.

CHP Sendromudur. İbretle seyrediyorum.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı