Şu karanlık günlerde herkes dış politika uzmanı. Söylenen şu: “Hükümet kararsızlık içinde!”
Sonunda diyeceğimi başından söyleyeyim: Türkiye’nin dış politikası, mevcut durum ne kadar elveriyorsa o kadar iyi götürülüyor. İçinde bulunduğumuz tabloyu çizelim de öyle konuşalım:
1) Ekonomi: Alabildiğine batak. Hortumlatma yüzünden 150’si dış, 100’ü iç olmak üzere 250 milyar dolar borçlu bir Türkiye. ABD, İMF’ye “kredi vereceksin” demeyi kestiği anda Arjantinleşmeye aday. ABD’nin istedikleri birazcık ağırdan alınınca, İMF Başkan Birinci Yardımcısı A.Krueger hemen ihtar mahiyetinde Ankara’ya gönderiliyor. Dünya Bankası yetkilisi J.Linn sırada.
2) Uluslararası ortam: Alabildiğine olumsuz. İnanılacak şey değil: Dünyanın en güçlü ülkesi ABD öyle bir psikoloji empoze etti ki, Irak’ta kazara “kitle imha silahı” çıksa, ABD’nin buraya saldırmaya “hakkı” olduğunu hemen teslim edivereceğiz. Acaba bu hakkı ABD’ye kim verdi? Üstelik bu ABD, Japonları iki atom bombası, Vietnamlıları da napalmle kitlesel imhaya uğratmış ABD’yle aynı ülke. Şimdi de, Irak’ın bu silahları ürettiğini kanıtlayacak yerde, üretmediğini kanıtlamasını Irak’tan istiyor!
Bu tabloya, Denktaş ve benzerlerinin en az otuz yıldır “Çözüm, çözümsüzlüktür” demek suretiyle Türkiye’nin en problemli zamanında başına bıraktığı Kıbrıs sorununu da katınız.
3) Ulusal ortam: Maalesef alabildiğine ahlaksızlaşmakta. Irak can derdinde, kimimiz et derdinde. Musul deyince, bunların daha önce tıkanık bazı damarlarına kan yürüyor. Emperyalizm çok daha gelişmiş devlet ve halklara özgü olduğu için bunlara “emperyalist” demek bile mümkün değil; düpedüz “tecavüzcü” demek gerek.
Saddam’ı temsilen Taha Yasin Ramazan (bizde bir Hıristiyan’ın Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı olduğunu düşünebiliyor musunuz?) basın toplantısı yaparken bir muhabir çıkıyor, “Musul petrollerinden alacaklarımız ne oldu” diye soruyor, bunun üzerine adam sinirlenip basın toplantısını bitirince “Türkiye aşağılandı”, “Bağdat’ta rezalet!” “İkinci Libya Vakası” manşetleri atılıyor. Eşiniz trafik kazası yapmış, kanlar içinde acil servise koşuyorsunuz, kapıdaki görevli sizi görünce: “Aa, senin bana borcun vardı!” diyor. Ne yaparsınız? Bir yazar da, “Para olarak değil varil olarak hesaplarsak daha çok alacaklı oluruz” diyor. Yarın bir başkası kalkıp da galon olarak hesaplarsa daha büyük rakam bulacak! Sanki, alacağını istemek için böylesine bir ânı seçmek gibi bir millî ayıp önemli değil de, alacağının miktarı önemli!
Bu tabloya, TÜSİAD’ın, “Yeni dengelerin dışında kalırız” diye ABD’nin isteklerine evet denmesi için verdiği demeçleri de ekleyiniz.
* * *
Onun için, dış politika bugün bu koşullarda “kararsız” ise, bu çok hayırlı. Çünkü bu koşullarda kararlı davranmak demek, ABD ne derse “Emredersiniz!” demek. Kaldırmış gelen bir ABD’yi yavaşlatmak için Türkiye’nin “kararsız” davranmasından daha pozitif ne olabilir?
Amerika’ya hayır diyemiyor ama, liman ve havaalanlarını görmeye gelecek Amerikan askerleri Türk yasalarına tâbi olsun diyor ve 15 gün kazanıyor. Kamuoyum beni paralar diyor. Ekonomim batar diyor. Kürt devleti kurulur diyor. Bir de Arap komşularımı dolaşıp danışayım diyor.
Sonuçta, tam da oyun teorisinde “sıfır toplamlı oyun” denen şey ortaya çıkıyor: Türkiye’nin kazandığı (ve dünyaya kazandırdığı) her gün, ABD’nin kaybettiği bir gün oluyor ve bu arada bazı şeyler üremeye koyuluyor: Dünyanın ve Türkiye’nin her yerinde gösteriler alabildiğine yayılıyor. Arabalar arka camlarına “Savaşa Hayır” yapıştırıyor. Barış Girişimcileri 25 Ocak’ta İstanbul’da 20 meslek grubundan 2000 temsilcinin katılacağı bir olay düzenliyor. Bu Cuma Bodrum’da miting var. ABD’nin hınk deyicisi İngiltere’de halkın üçte birinin savaşa karşı olduğu ortaya çıktı; Blair erteleme istiyor. Amerikan basını Pentagon’un planlarının değişmek zorunda olduğundan, kuzey cephesinden vazgeçmekten dem vurmaya başlıyor. Savaşın cılkı çıkıyor…
Farkında mısınız; bölgeye yığılan asker sayısına bakarsanız savaş hiç bu kadar yakın olmadı ama, ortama bakarsanız şunca ayın savaşa en uzak noktasındayız. Eğer, Orta Doğu’nun “kilit taşı” Stratejik Türkiye böyle “kararsız” değil de maazallah “kararlı” olsaydı bugün acaba nerede olurduk, hiç düşündünüz mü? Hele hele, sakat bir uzvu anlatmak için büyüklerimiz “Göstermek gibi olmasın” derlerdi eskiden, bir de hükümette Tansu Çiller gibi biri olsaydı neler olurdu tahayyül bile ettiniz mi hiç?
Durum fevkalade açık ama, “aktif” ile “doğru” dış politikanın farklı şeyler olduğunu ve bazen böyle “kararsız” dış politikanın doğru olduğunu bilmeyenlerin anlaması zor şeyler bunlar. Özellikle, şüpheli alacaklarını istemek için komşusunun felaket gününü bekleyen ve Misak-ı Milli’yi de Tecavüzcü Coşkun’luk için kullanmaya girişenler için zor şeyler…