Baskın Oran

40 Katır ile 40 Satır

Halam Nigâr Hanım’ın yaşamı, kendisinin biraz talihsizliğinden ama esas huysuzluğundan, kardeşlerinin ve çocuklarının evleri arasında, dön baba dönelim, rotasyonda tükenmişti. Bizim evde yaşadığı dönemde ben tam masallık yaştaydım ve doğrusu, aksiliğine hiç bakmayın, kadife gibi masal anlatırdı. Dizinin dibine yere oturur, büyülenirdim. O anlatırken, resmen ve bütün ayrıntılarıyla her şeyi sinema gibi görürdüm.

Bir tanesinin sonu, bende büyülenme yerine dehşet uyandırmıştı: 40  Katır, 40 Satır. Ama, çok iyi anımsıyorum, katırlarla çekilerek parçalanmak veya satırlarla doğranmak “seçenek”leri karşısında kalan kişi çok kötü bir kişiydi, bunu hak etmişti.

Ama bilmiyorum Türkiye toplumu, ne kadar lâgar olursa olsun, bugünkü kadarını hak etti mi. Çünkü Kıbrıs’ta bu seçenek gündemde, K.Irak’ta bu, YÖK konusunda bu, 1915 Tehciri konusunda bu, son seçimler konusunda bu, daha var mı aklınıza gelen, her konuda bu rezil “40 Katır mı 40 Satır mı” sorusu dönüp dolaşıp suratımızda şaklıyor.

Kıbrıs: Ya Annan planına evet deyip en sıkışık olduğun bir zamanda büyük devletlerin empoze ettiği çözümü kuzu kuzu kabul edeceksin, yada hayır deyip K.Kıbrıs’ın günbegün kangrenleşmesini seyredeceksin.

K.Irak: Ya Amerika’ya hayır çekip Arjantinleşeceksin, yada peki deyip şimdiye kadar savunduğun öncelikleri nereye sokuşturacağını şaşıracaksın.

YÖK: Ya hükümetin bu YÖK’ü normalleştirmesine evet deyip üniversitelerin mollalaşması tehlikesiyle karşılaşacaksın, yada hayır deyip şimdiye kadar tükürdüklerini yalayacaksın.

1915 Tehciri: Ya diyasporanın ödün vermez tutumunu kabul edip sonu görünmeyen tünele gireceksin, yada “Ne Ermeni katliamı, asıl Ermeniler Müslümanları öldürdü” deyip önce milliyetçi sonra insan olduğunu teslim edeceksin.

6-7 Eylül Olayları: Yassıada duruşmalarında ya Selanik’teki Atatürk Evine atılarak bu utanılası olayları başlatan bombanın bir MİT ajanının elinden çıktığını açıklamak seçeneği vardı, yada olayı örtbas etmeye devam etmek.

Son seçimler: Ya oyunu CHP’ye verip herşey bugüne kadar nasıl geldiyse aynen öyle devam etmesini onaylamak, yada marjinal bir partiye verip AKP iktidarına katkıda bulunmak…

* * *

Neden biz milletçe böyle birbirine yüz seksen derece karşıt gözüken ama aynı derecede berbat olan “çözüm”lere mahkumuz?

Çünkü bütün bu durumları büyüklerimiz vakti zamanında derhal örtbas ettiler; hiçbirinde suçlu aranmadı, arandığı zaman da cezalandırılmadı. Her şey döne döne birikti, kendi kendini dölledi, mayalandı, bugün başımıza işte böyle 40 Katır, 40 Satır biçiminde gümbür gümbür çöküyor. Kaçışı olmayan nokta artık geldi çattı; ya katır ya satır; kaçış bitti.

Kıbrıs’ta “Çözüm, çözümsüzlüktür!”ü marifet saydık.

Kürtler isyan etmediği zaman Kürt sorunu bitti saydık ve mesele bugün K.Irak’ta bir dış sorunu haline bile dönüştü: Kendi Kürtlerimizden emin olsak, K.Irak’ta devlet kurulması ne umurumuza?

Anadolu esnafının torbası, milletvekillerinin de oy sandığı dolsun diye her mezrada bir tabela üniversitesi açtık. Buralara Allah’ın emri olarak tarikatlar yerleştiler. Başka tarikattan bile asistan almamaya başladılar. Laikliği kurtarmak YÖK’e kaldı ve şimdi kendini bu sayede savunuyor!

Cezalandıranlar İtilafçılardır diye, koca bir imparatorluğa ve koskoca bir millete 1915 Tehciri gibi bir leke sürenlere kol kanat gerdik. Talat Paşa’nın kemiklerini getirtip Abide-i Hürriyet tepesine defnettik. Adını en büyük bulvarlara verdik. Teşkilat-ı Mahsusa’yı o gün cezalandırmayınca hatta böylesine ödüllendirince, bugünün Teşkilat-ı Mahsusasına Susurluk olayını yaratmak için emsal sunmuş olduk.

Sonra, rastlantısal bir kamyon kazası sayesinde mahkemeye güç bela verilebilen Susurluk Çetesi, taraftarları “… seninle gurur duyuyor” diye avaz avaz bağırınca ve yargıçlar da dosyaları saklayınca, zaman aşımıyla kurtuldu. Büyüklerimiz buna da mükemmelen seyirci kaldılar. Aynı anda, yarınki Susurlukların seyir biletini de bizim elimize tutuşturmuş bulunuyorlar, haberiniz olsun.

Yassıada’daki 6-7 Eylül davasında bu bomba rezaletinin ortaya çıkacağı falan yoktu. Orgeneral Mustafa Muğlalı olayının DP’liler tarafından zamanında açığa vurulmuş olmasına karşı CHP’nin intikam almak istemesi sayesinde ortaya çıkarıldı. Çünkü Muğlalı Olayı (meşhur “33 Kurşun Olayı”, orgeneralin emriyle kaçakçı 33 Kürt köylüsünün sınırda kurşunlanması) DP tarafından, bu olayı 1943’te acele örtbas eden CHP’yi sıkıştırmak için açığa çıkarılmıştı.

AKP, daha Aralık 95 seçimlerinde geliyorum demişti. Refah Partisi açların protesto oyları sayesinde yüzde 22 almış ve koltuğa oturmuştu. Kimsenin umurunda olmadı. Hortumlama daha da hızlandı. Açlar daha da arttı. Protesto oyları şimdi askerin kolayına höt diyemeyeceği bir oranda gerçekleşti.

Ve büyük olasılıkla çok iyi oldu. Suçluların cezasız kalması (impunity) yüzünden bu halkın yediği kazık her seferinde daha uzun ve daha kalın oluyordu. Galiba laiklerden başladı ama, cezalandırmanın bir yerlerden başlaması lazımdı; en azından bu açıdan iyi oldu. Rabbim hemen devamını nasip eylesin. Ettirmeyenlerin işi artık çok daha zor olacaktır.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı