Baskın Oran

İsmail Nacar’ın “çözüm”ü

Bu sefer kararlıydım. Osmanlı’yı batırma kahramanı Enver Paşa’nın gelişini bile görmezlikten gelecektim. Bodrum’u yazacaktım. Ama buraları bu sefer de anlatamıyorum. Ne Halikarnas’taki samanrengi saçlı kızın o çamyarması gibi oğlanı götürme sahnesini, ne Tempel Bar’ın kapısına başını dayayıp fazla uyuşturucudan Cumhuriyet Caddesi’nde sızıveren inanılmaz güzellikteki İngiliz kızını, ne başka bişeyi. Başka haftaya.

Çünkü şu günlerde Kürt sorunu konusunda önemli -ve yanlış- çözüm girişimleri oluyor.

“Kürt sorunu konusunda çözüm girişimi” kavramı, aslında, bu çözümsüzlük ortamında başlıbaşına bir olumluluk. Ama korkarım yanlış -ve teorik açıdan hatalı- başlangıçlar işi daha berbat edebilir.

Erbakan’ın arabulucusu İsmail Nacar’ı Oslo’da tanıdım. Ciddi, akıllı ve efendi. RP’nin girişimi de, sırf şimdiye kadar izlenen “askerî çözüm”den farklı olmasıyla bile daha ilerici, daha saygıdeğer. Ama bunlar, “çözüm”ün temelden özürlü olmasını önleyemiyor. En az iki açıdan:

1) “PKK’nin silahı bırakmasıyla devletin dolaylı görüşmeye yanaşması” esasına dayanan bu “çözüm”, devletimizin şimdiye kadar izlediği mantığa dayanıyor: Kürt sorunu = PKK sorunu.

Oysa, Kürtlerin ayrı kimlik ortaya koyma olgusu (Devlet için: sorunu) PKK’yle doğmadı. En azından Meşrutiyet’ten (1908), özellikle de Hilafet’in kaldırılışından (1924) beri var. Ama bugün Kürtlerin tek temsilcisi PKK. Zaten, bu nedenledir ki, devleti temsil ettiğini iddia edenlerin bizzat devletin çıkarları açısından yaptıkları tam bir vatana ihanet. Çünkü PKK’yi bugün Kürtlerin tek temsilcisi yapan , bizzat, pek sevgili devletimiz.

Nasıl mı? Bininci kere yazayım: Devlet, özellikle 12 Eylül Rezaleti’nden sonra, bütün yasal Kürt hareketlerini şiddetle ezdi. Oysa bunlar, zaten var olan bir sorunun tartışılmasını sağlıyor, yani baışçı çözüm yolunu açıyorlardı. Yasal hareketler ezilince, yeraltına inip silaha sarılan tek hareket olan PKK tekel haline geldi. Kürtlerden istemeyenler bile bu durumda PKK’yi desteklemeye başladılar. En azından, karşı çıkmadılar. Son derece de haklıydılar.

Şimdi, merak konusudur, önce devlet bizzat yarattığı büyük sakatlığı düzeltmeden nasıl çözüm aramayı umuyor?

Yani, devletin zorlaması sonucu şu anda yalnızca tek (ve antidemokratik) bir örgüt tarafından temsil edilmeye itilmiş o koskoca köklü Kürt hareketini (gerçekte ne düşündüğünü gösteren alternatifleri ortaya koymasına olanak verecek) özgür bir ortama kavuşturmadan ne yapabilmeyi bekliyor Türkiye? Devlet ne biliyor Kürtlerin ne istediğini? Ne biliyoruz?

2) “Çözüm”, sevgili devletimizin (1930’larda Ankara Valisi N.Tandoğan’ın ağzında enfes anlatımını bulmuş) o pek ünlü hoşluğuna da dayanıyor: “Sen kim oluyorsun ulan? Komünist olmak gerekirse önce biz oluruz!”

Yani, Türkiye’deki Kürt sorununa çözümü yine devlet bulacak; konunun öznesi olan Kürtlerin fikir beyan etmesi diye bir kavram bile yok. Üstelik, devlet ile can düşmanı PKK arasında, üstelik (seçimle iktidara gelmesine “izin verilip verilmemesi” bile tartışılmış) RP’nin arabulucusu olacağı “dolaylı” görüşmelerle halledilecek olay! Tanrım, aklımı koru!

Oysa, yapılacak tek bişey var: Sorunun tartışılmasını engelleyen yasa maddelerini ve kafa yapısını, bu devleti ve milleti perişan etmekten artık alıkoymak. Kürt derneklerinin ve partilerinin özgürce kurulmasına olanak verip olayı nihayet tartışabilmek. Böylece, hem Kürtlerin çözüm önerilerini öğrenmek, hem de PKK gibi antidemokratik bir örgütü fiilî tekel durumundan çıkarmak.

Aslında, Türkiye’nin durumunda olan bir devlet mantıken ancak iki durumda bu söylediklerimi yapmaz ve şu andaki tutumunu sürdürür:

1) Olayın çeşitli alternatiflerinin özgür olarak tartışılmasından ürkecek kadar kendini zayıf hissediyorsa, ve/veya,

2) PKK’yle teketek kalmayı, yani savaşı sürdürmeyi tercih ediyorsa. Var mı acaba üçüncü bir şık?

İsmail Nacar’ın sözcülüğünü yaptığı girişim, bir RP girişimi. RP’nin şu andaki hali berbat. Bu girişimi, bunca fiyasko arasında önemli bir puan kazanma çabasına benziyor. Ayrıca girişim, yukarıda anlatmaya çalıştığım önemli sakatlıklarla döşeli. Ama, tekrar ediyorum, yine de, “askerî çözüm” adı verilen çözümsüzlüğün karşısında yeralan bir olgu. Bu hakkı da yenmemeli.

NOT: Ben bu yazıyı faksladıktan sonra, Sayın Erbakan, “Sayın Cumhurbaşkanıyla haftalık olağan görüşmesinden çıkarken” bu girişimi inkâr etti. Helâl olsun Hocam! Bak, şimdi bu daha iyi uydu!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı