Baskın Oran

İşi sululuğa vurmanın tam zamanıdır

Geçen gün Tüses’in bir toplantısı için İstanbul’a gitmiştim, çok sevdiğim, ama on yıldır izini yitirdiğim bir arkadaşa rastladım. “Nasılsın?” diye sorduğumda şöyle söyledi:

“Hocam, çok iyiyim, işimden memnunum, evlendim, bir çocuğum var, eşim erken emekli oldu,  ona bir iş bulduk, bir kooperatife girmiştim, geçen hafta anahtarı teslim aldım.”

Bunları duyunca gözlerim resmen doluverdi. Dökmemek için zor tuttum ve şöyle dedim:

“Biliyor musun Sadık, bu sözler benim yıllardır duyduğum en güzel sözler. Aylardır da, duyduğum  tek iyi sözler. Gel, seni bir daha öpeyim!”

Gerçekten çok kötü gidiyoruz. Okul arkadaşım Fikret Başkaya’dan sonra, kürsü arkadaşım Haluk Gerger de yazdığı birkaç satırdan içeri giriyor. Rejim, bir yandan karakolda genç kızın makatına cop sokanlara gıkını çıkarmazken, bir yandan da, bir toplantıya bir paragraflık mesaj yazıp gönderenlere otuz ay hapis veriyor. İnsanların evlerinden alınıp alınıp öldürüldüğü, leş gibi kırlara atıldığı bir dönem yaşıyoruz ki, 12 Eylül’de bu kadarı yapılmadı. Öyle bir ülkedeyiz ki, ancak fıkrayla anlatılabilir durum:

Hani, ünlü ayyaş Bekri Mustafa Eminönü’nden geçerken zorla koluna girip cenaze namazının önüne  götürmüşler ve kıldırmasını istemişler. Laf anlatamayınca, Bekri musalla taşında yatan mevtanın (ölünün) kulağına eğilmiş, bişeyler fısıldamış. Cemaat meraklanmış, ne dediğini sormuş. Cevabı bilirsiniz:

“Öteki tarafta, eğer ‘Dünyada durum nasıl?’ diye sorarlarsa, ‘Bekri Mustafa Yeni Cami’ye imam olmuş’ dersin, hemen anlarlar, dedim”

Polislerin bir milletvekiline Ankara’nın orta yerinde rahat rahat meydan dayağı çektikleri ve gerine gerine gezmeye devam ettikleri ve ayrıca, İçişleri Bakanı beyefendinin de “Ne arıyormuş o milletvekili orada?” diyebildiği bir ülkedeyiz; daha ne anlatmak gerek?

Geçen hafta, Sol Birlik Sinaspismos’un girişimiyle yapılan “Güneydoğu Avrupa Aydınlar Toplantısı” adlı konferans için Türkiye’den altı kişi Selanik’e gittik. Ankara’dan benim dışımda gazeteci Ali Tartanoğlu, Prof. Yakup Kepenek, İnsan Hakları Vakfı Gn.Sek. Yavuz Önen, İstanbul’dan da ressam Orhan Taylan ve Aziz Nesin usta. İyi ki gitmişiz, hem çok kafa dengi iki Yunanlıyla (Selanik’den Mihailis Triyandafilidis ve Atina’dan da “Anti” dergisi yönetmeni Hristos Pabucakis) tanışmak zevkini tattım, hem de Aziz Nesin bizi üç gün boyunca resmen kırdı geçirdi, yüzümüz üç gün boyunca, vallahi,  gülmek nedir,  birdenbire onu anımsadı.

Kendisi anlattı, Aziz Nesin’i Sovyetler Birliği’ne davet etmişler. Moskova’ya ilk kez gidiyor. İlk gün, türkologların toplantısında konuşacak. Önce oturtmuşlar, hoşbeş yapmışlar, o sırada da, büyük çoğunluğu kadın olan türkologlar Türkiye’deki yazarlar hakkında bilgi almaya başlamışlar:

– “Falanca şair nasıldır efendim?”

– “Valla, ben kendisiyle pek anlaşamam. Huyu pek serttir!”

Bu yanıtı duyan hanım türkologlar basmışlar kahkahayı. Aziz Nesin pek bişey anlamamış ama, konuşma devam ediyor:

– “Efendim, falanca yazar nasıl birisidir?”

– “Ha, bak o iyidir. Pek yumuşak huylu bir adamdır!”

Türkologlar yine yerlere yatmışlar. Bakmış olacak gibi değil, bizim usta sormuş niye güldüklerini. Niye olduğunu öğrenince, bu sefer gülmek sırası ona gelmiş: “Huy” sözcüğü, Rusça’da erkeklik organı anlamına geliyormuş…

Bunu duyan bizim arkadaşlar da makaraları koyvermek bi yana, hemen kolları sıvayıp “huy” üzerine deyim üretmeye koyuldular:

– Huyun kurusun!

– Huysuz Virjin!

– Can çıkar, huy çıkmaz!

– Huylu huyundan vazgeçmez!

Bugünkü  rejime dayanabilmek açısından tavsiye ederim, siz de oturup birkaç “huy”lu deyim bulmaya çalışın.

“Huy” için bulamazsanız, örneğin, ne bileyim, “rejim” sözcüğü için  deneyin. Aynı şey. Maksat biraz eğlenip efkâr dağıtmak değil mi?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı