Baskın Oran

21. Yüzyılın eşiğinde Türkiye burjuvazisi!

Tarihin laboratuvarı yokmuş. Aslında doğru laf; ben de derslerde  kullanırım. Ama, yaşadığın saniyeyi bilinçli olarak algılamayı becerebilirsen (ki, zor iştir), bal gibi laboratuvar gözlemi yapmak ve hatta deneye müdahale etmek mümkün olabilir.

Şu saniyede yaşadığımız Türkiye gibi.

Turgut Özal,  Cumhuriyet’in tamama erdiremediği kapitalist sermaye birikimi olayını gerçekleştirmek için kolları sıvadı. Batı’nın İMF’sinin ve 12 Eylül cuntasının kanatları altında bir çaba başlattı. Batan ve batıran bankerleriyle, ücretli sınıfların sıfırı tüketmesiyle, ahlâksızlığı ve püritanizmiyle,  “sosyetik” aşırılıkları ve saldırgan şeriatçılığıyla, herşeyiyle, dört dörtlük bir Vahşi Kapitalizm dönemi yaşadık ve yaşıyoruz.

Şimdi normal olarak, Batı’da bir zamanlar olduğu gibi, sıranın iki şeye gelmiş olması gerekirdi:

1) Şu sıralarda “Piyasa ekonomisi” diye yeniden vaftiz edilen kapitalizmin üst yapısı olarak İnsan Hakları’nı gerçekleştirmek, 2) “Pamuk eller cebe” diyerek sermayeci sınıfları da   fedakârlığa bir ucundan dahil etmek.

Bunlar  üç nedenden dolayı  zorunluydu:

1) Özalcı-İMF’ci  politikaların yalnızca ücretli sınıfları soymak stratejisi kalkınmaya yetmiyordu, 2) Ücretli sınıfların bu korkunç baskıya tahammül edebilmeleri için emniyet subapları şarttı, 3) Bu politikalar ancak 12 Eylül gibi zorbalık rejimleriyle uygulanabiliyordu, oysa Ordu gelip de iktisadi cenaze tabutunun altına girecek gibi gözükmüyordu.

24 Ocak’a taş çıkartan bu “paket” işte bu ortamda açıldı. Sosyal demokratların böylesine bir rezalete razı olmalarının bir nedeni iktidarı bırakmamak   ise, bir nedeni de, sermaye sınıflarının elini cebine attırarak ve insan haklarını bir nebze olsun  gerçekleştirerek kendilerini affettirmek umuduydu.

Bayan Çiller’in beceriksizliği herkesin malumu ama, TÜSİAD önderliğinde sermayeci sınıfların hükümeti değiştirmek istemelerinin Türkçe çevirisini şöyle  özetlemek mümkün:

1) “Arkadaş, biz de fedakârlık yaparız dediysek, bu kadar demedik”.          Demek ki koskoca sanayiciler, Ankara’nın ünlü emlâk müşaviri Salim Taşçı’nın 22 Mart tarihli “Pamuk eller cebe” mektubunu ancak bu kadar uygulayabiliyorlar. Sermayeci sınıfların kilit örgütlerine gönderilmiş bu mektubun tam metnini yayımlayacak yerim olsun   isterdim. (Al sana, haftalık olmanın bir kamburu daha.)

2) “Arkadaş, bu iş demokrasiyle, insan haklarıyla falan birlikte olmayacak. Zaten Kürt Sorunu da var”.

Yani, iki sağcı parti iktidarı kâbusu. Ecevit’i düşüren TÜSİAD çok daha “şık”tı. Baki Tuğ’lara, Coşkun Kırca’lara, komando Ayvaz Gökdemir’lere teslim bir Türkiye hayırlı olsun. Ankara Emniyet Müdürü Taşanlar’ı değiştir, yerine başka bir Taşanlar getir, olsun bitsin.

3)  “Şu anda şeriatçılarla uğraşacak sıra değil. Sonra!”

Türkiye, Batı’da 17. yüzyılda yaşanmış ve din’in etkilerini silmiş Aydınlanma Dönemi’ni yaşamadı. Burjuvazi de, 1923’den beri yaşanmaya çalışılan Aydınlanma’ya destek vermedi,  çünkü zayıf olduğu için hem “halk”a şirin gözükmeye çalıştı, hem de proletaryaya karşı dincilerin desteğine muhtaç olduğuna inandı.

Bugünkü durumu bilinçle algılamaya kalkarsanız, tablo ne yazık ki budur. Türkiye burjuvazisi 21. yüzyıl eşiğinde de bu acınacak durumda. Ben doğrusu bu kadarını sanmıyordum, yanıldığımı itiraf etmem gerekiyor. Devam etsinler bakalım. Bu ekonomik ve toplumsal ortamda tepki kabardıkça ve RP güçlendikçe, Türkiye’nin (bu arada, onların da valdelerinin) eteğine Mart Karının ne renk yağdığını hep birlikte göreceğiz.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı