Baskın Oran

“İçişlerimize müdahale ettirmeyük!” demekle iş bitmiyor

Biz çok onuruna düşkün bir milletiz. Bu, çok iyi bişey. Yalnız, biraz da bilgiye ve mantığa düşkün millet olsak, daha rahat edeceğiz.

Bilgi dediğim, en azından şunlar:

1)     Artık, “İçişlerine müdahale” kavramı 19. yüzyıldaki gibi değil. Bugün insan hakları konusundaki müdahaleler artık  “içişlerine müdahale”  sayılmıyor. İnsan hakları konusu siyasal sınırları aştı. Hele, imzayı basıp “Ben insan haklarına saygılı olacağım” dersen ve de imzanı tanımazsan, durum iyicene böyle.

2) “Batı” dediğinin altyapısı kapitalizm, üstyapısı ise dindışılık ve insan haklarıdır. Bir düzenin altyapısını alıp, üstyapısını almamak mümkün değildir. Olsa olsa ertelersin, ertelediğin sürece de kafana kafana yersin.

Mantığa gelince:

1) Avrupa Parlamentosu kalkıp da Çin’deki insan hakları konusunda karar alıyor mu? Neden almıyor? Çünkü Çin’in Avrupalı olma iddiası, özellikle de Avrupa Birliğine girme iddiası yok.

Biz ise kalkıyoruz, “Batılı olacağız” diye ve de özgür irademizle  onca uluslararası sözleşmenin altına imzayı basıyoruz,   sonra da Batı bunlara aykırı hareket etmemizi kınayınca, sinirden ne yapacağımızı bilemiyoruz. Ya “Batılılık”tan vazgeçip durumumuzu kabullenelim, ya da illâki Batılı olmak savındaysak, hukuk ve uygulama düzeyimizi,  imzamız seviyesine  çıkaralım.       Ayrıca, usulüne uygun yapılmış uluslararası antlaşmaların, TC Anayasasına göre yasa değerinde  olduğunu da bi zahmet anımsayıverelim.

2) Kalkıyoruz, “Piyasa ekonomisi uyguluyoruz” deyip gümrükleri açıyoruz, ihracat tutarımız kadar (15 milyar dolar) dış ticaret açığı veriyoruz,  bu açığı dış borç alarak kapatmaya çalışıyoruz, ondan sonra da “İçişlerimize müdahale kabul etmeyiz” diye yırtınıyoruz. Var mı, hem haftalık sigara parasını babadan  almak, hem de ayrı ev açmak istemek?

3) Ekonomi bu durumdayken, bu terörü  ortaya çıkaran koşulları iyiye doğru değiştirmek için hiçbir plan-program ilan etmeden, kafayı askerî çözüme takıyoruz, Sonbahar 1992’deki tek bir “sınırötesi” operasyona 1,5 milyar dolar, 1993’te teröre 7  milyar dolar harcıyoruz, 1994 bütçesine de “terör için” tam 8,2 milyar dolar koyuyoruz (ki, GSMH’nın yüzde 5’i ediyor), ondan sonra da ABD ve İMF’nin vereceği kredilere bağlı bir ülkede “İçişlerimize müdahale kabul etmeyiz!” diyoruz.

Acaba, terörle mücadeleye giden bu milyar dolarların yarısını bu sorunlu bölgelere  harcamış olsaydık veya harcamak iradesine sahip olsak,   bişeyler değişir miydi, diye hiç düşünüyor muyuz?

4) Hadi,  diyelim ki, ülkemizi böldürmemek için her türlü ekonomik fedakârlığa razıyız. Boğazımızdan keser, yine bu “İçişlerimize müdahale etmek isteyenler”e avuç açmayız. Öyle düşünelim.

Yahu, artık ne olur farkına varalım: Ülke asıl, biz bu kafayla gidersek bölünecek! Milliyetçilik ideolojisi bir halkın arasına bu denli girdikten sonra, hiç girmemiş gibi davranmaya devam edersen karşındakine ayrılmaktan başka alternatif bırakmazsın.

Kalktık, Kürt milliyetçiliğinin yasal temsilcilerini TBMM’den attık. DEP’i fiilen kapattık. Rahatladık mı? Diyalog olanağı bitti, “Yalnızca askerî çözüm istediğimiz doğru değil, burası demokratik ülke” demek olanağı  yok oldu, “Bak, silahlı mücadeleyi hızlandırmaktan başka çare kalmadı” diyenler alabildiğine güçlendi.

“Peki, ne yapsaydık? Kürt milliyetçiliğine ülkeyi mi böldürseydik?”

Yahu, bu ülkedeki Kürt kökenlilerin ülkeyi bölmek istediklerini nereden biliyorsunuz? Oturup araştırma, istatistik mi yaptınız? “Türkiye’de Kürt kökenliler var” diyen partilerin kapatıldığı, diyenin mahkemelerde süründürüldüğü bir ülkede,  hangi nüfus sayımında öğ .rendiniz ülkeyi böleceklerle bölmeyecekleri? Adam,   ne istediğini bile rahatça ifade edemiyorsa, nasıl anlayacağız kimin ne olduğunu, ne istediğini?

“Efendim, ifade özgürlüğü verirsek, ondan sonra da bu özgürlüğü ülkeyi bölmek için kullanırlar!”

Peki, ifade özgürlüğü olmayan, durmadan içeri atılan Kürt kökenli mi bu ülke yurttaşı olmaya devam etmek ister, yoksa ifade özgürlüğü olan  mı? Bunu hiç düşündünüz mü?      Daha önce de yazdım, şimdi de yazıyorum, Yaşar Kemal’in şu dediğini  okudunuz mu: “Bunlara kültürel  haklar verirsek, kalkıp bağımsızlık isterler, deniyor. Peki, vermezsek istemezler mi?”

Diyarbakır cezaevindeki oğluna görüşe gelen Türkçe bilmeyen ana, oğluyla Kürtçe konuşsa ne olur? Diyarbakır havaalanında, Türkçe ve İngilizce’nin yanı sıra, bir de Kürtçe anons yapılsa ne olur?    Acaba bu insanlar bağımsızlık mı isterler, yoksa Türkiye’yi bugünkünden   fazla mı benimserler?

“Efendim, bunlar sadece Türkiye’de değiller ki! Sınır ötesindeki soydaşlarıyla birleşip devlet kurmak isteyeceklerdir”.

Hah, olay burada zaten! Sen eğer bu olasılığı önlemek istiyorsan, Türkiye’deki Kürtler ile diğerleri arasındaki mevcut düzey farkını Türkiye Kürtleri lehine artırırsın. Eşik yükseltirsin. Türkiye’de insanca bir ekonomik düzey, ifade özgürlüğü, yasal temsilci bulan, baskı görmeyen bir Kürt,  lisanını bile tam paylaşmadığı, feodal  Irak veya İran Kürdünü mü benimser, yoksa böyle bir Türkiye’yi mi?

Ben, İzmirli bir Türk burjuvası olarak,  balgamını veya buruşturduğu boş sigara paketini penceresinden dışarı atan Türk taksi şoförünü mü kendime yakın hissediyorum, yoksa bir  (örneğin) Polonyalı bilim adamını mı? Aynı apartmanda hangisiyle  yaşamayı yeğlerim dersiniz?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı