Baskın Oran

İçişleri Bakanlığı’nı kim ihbar etsin?

Geçenlerde MEB Talim ve Terbiye Kurulu ayrımcılık ve bölücülük suçu işledi ve Lozan Antlaşması’nın 40 ve 41. madde hükümleri uyarınca  ilkokullarında kendi anadillerini kullanma hakkına sahip bulunan Ermeni kökenli yurttaşlarımızın bu hakkını yasaklayan bir karar yayınladı. Aydın Engin’in Cumhuriyet’teki haberi üzerine ben beş yazı yazdım. SHP’den Ercan Karakaş,  Bakan Ayaz’a yazılı soru önergesi verdi.

Dün, Ermeni cemaatini temsilen bir beyefendi  telefon ederek hatanın düzeltildiğini, bana da teşekkür ettiğini söyledi. Ben de, Sayın Bakan Nevzat Ayaz’ı bu olumlu geri dönüş için kutluyor, bu ülkenin bir yurttaşı olarak kendisine teşekkür ediyorum.   Yalnız, bu iş burada bitmez. Talim ve Terbiye Kurulu üyeleri bölücülükten yargılanmalıdır.  Yoksa, başka kişiler veya kurullar cesaret bulur ve aynı suçu işlerler.

“İşlerler” deyip de geniş zaman kullanmak yanlış. Şimdiki zaman kullanıp “işliyorlar” demek gerek, çünkü bu sefer de İçişleri Bakanlığı,  İstanbul’da zaten kelaynak kuşları kadar (yaklaşık üç bin) kalmış Rum kökenli yurttaşlarımızı, bu devlet ve milletten soğutmak için harekete geçmiş bulunuyor. Bu, bölücülüktür. Ayrıca, biraz aşağıda anlatacağım gibi, “kutsal” bir kavrama, mülkiyete  düşmanlıktır.İçişleri Bakanlığı’nı devletin savcılarına ihbar ediyorum.

Kürt sorununun bence asıl tehlikesi burada: Hepimizi o kadar meşgul ediyor ki, başka hiçbir şey düşünmeye veya yapmaya, başka hiçbir eksiklik veya hatalarımızı düzeltmeye vakit bulamaz hale geldik. Kürt sorunu yalnız içimizde bir yara olarak durmadan kanamakla kalmıyor. Oluk oluk akarken, başka organlarımızdaki kanamayı gizleyecek, bunları bizim gözümüzden kaçıracak kadar kaplıyor her yanımızı.

Herkesi uyarmak istiyorum. Şu anda, Rum azınlık konusunda büyük bir hata yapılıyor. Aynen Ermeni ilkokulları konusunda olduğu gibi yine Lozan çiğneniyor, yine yasalarımız ve hatta anayasamız çiğneniyor, yine bölücülük yapılıyor, yine sonuçta devletin itibarı, tükürdüğünü İstanbul kaldırımlarından yalamak yüzünden beş paralık edilecek.

Alaycı bir rastlantıdır; olay, asıl sağcı gazetelerde bayrak gibi manşet olmuş ama ben görmedim,  29 Ekim, yani Cumhuriyet Bayramı’na rastlayan Milliyet gazetesinde verildi. Nilüfer Kas’ın “Patrikhane Göz Hapsinde” başlıklı haberini özetliyorum, sonra da üzerinde konuşacağız:

Türk Ortodoks Patrikhanesi patrik vekili Selçuk Erenerol bir ihbarda bulunuyor: Fener’deki Rum Ortodoks Patrikhanesi  civarındaki evler, “Türk vatandaşlığına geçen” Rumlar tarafından satın almaya başlamıştır. Amaç, İstanbul’da ikinci bir Vatikan Devleti kurmaktır. Bunun için de, Rum yurttaşlardan yararlanmakta, onlara civardaki evleri satın aldırtmaktadır. Erenerol ayrıca, Patrikhane’nin tüm gelirinin Yunanistan’dan geldiğini, Patrik’in Yunan emellerine hizmet ettiğini ileri sürerek, “Vatana ihanet cezasız kalmaz” demiştir.

N. Kas’ın haberinde, “Dışişleri Bakanlığı’nın talimatıyla” harekete geçen Fatih Tapu Müdürlüğü’nün geniş bir araştırma sonucu saptadığı evler pafta, ada, parsel, malik ve alınış tarihleriyle bir tablo olarak veriliyor. Haberde ayrıca, “halkın yoğun şikayetleri üzerine harekete geçen” Fatih Belediyesi’nin bir Araştırma Komisyonu kurduğu, Başkan Yusuf Günaydın’ın da, söz konusu evlerin “gayrı müslim vatandaşlarca satın alınmasını dikkat çekici” bulduğu yazılıyor.

Gazetenin 11 Kasım tarihli sayısında ise, “Altı Papazın İfadesi Alındı” başlığı altında gene çok ilginç bilgiler var. İstanbul Valiliği’nden aldığı emir üzerine, Fatih Kaymakamlığı idari soruşturma açmış. Çarşamba Polis Karakolu yetkilileri, Patrikhane’de görevli altı metropolitin ifadesini almış. Yalnız, bu ifadeler, normal olarak karakolda alınmak yerine, Fatih Milli Eğitim Müdürlüğü binasında alınmış.  Gerekçe? “Olayla ilgili uluslararası bir skandala yol açmamak kaygısı”.

Hani, deveye sormuşlar, “Boynun neden eğri?”. Cevap vermiş: “Nerem doğru ki?”  Bir de, “Bana öyle bişey  yap ki, özrün kabahatinden büyük olsun” diye bir tarihî fıkra vardır, hafif belden aşağı.

Ne dersiniz, bu deve işiyle fıkra konusunu, kendi yasalarımızı ve uluslararası hukuk ve politikayı da gözönünde tutarak bir tartışalım mı?

 

Yarın:  Patrikhaneler savaşı

Önceki Yazı
Sonraki Yazı