Baskın Oran

“Motivasyon” denen meretin dayanılmaz ağırlığı

Gellner’in ortaya koyduğu dört ölçütü orada kısaca tartıştık. Bir de birlikte konuşalım.

1) Sayı: Dünyada, birkaç yüz binlik bir sürü devlet var. Türkiye’deki Kürtler hakkındaki tahminler on iki ilâ yirmi milyon arasında değişiyor. Demek ki, temiz on beş milyon varlar. Bağımsız devlet isteme olanağı verebilecek bir sayıdan söz etmek mümkün. Bu ölçütün yanına bir artı (+) işareti koyabiliriz.

2) Yoğunluk: Sağlam kaynaklar, şu anda Kürt kökenlilerin yüzde 60’ının Türkiye’nin batı illerinde yaşadığını belirtiyorlar. Hele, son “insansızlaştırma” politikasından sonra, bu rakamın artmasını beklemek gerek. İki bölge arasındaki gönenç farkı da, uzun erimde bunların Doğu’ya geri dönmesini beklemek için çok fazla. Bu ölçütün işareti eksi (-) olabilir.

3) Tarihsel süreklilik: İlk Kürt milliyetçi gazetesi Kürdistan’ın çıkış tarihi 1898. Jön Türk gazetesi Meşveret’in çıkışından yalnızca üç yıl sonra. Bugün Kürtlerin ileri sürdükleri kültürel özerklik vb. temalar, hatta daha yoğun biçimde, 1918 tarihli Jin dergilerinde de var. Kana boğulan Kürt ayaklanmaları sonrasındaki 1938-59 dönemi hariç, Kürt hareketinde hiçbir kesinti yok. Kesinlikle artı (+) koyuyorum.

4) Motivasyon: Bunun işaretini, Gellner’in saymayı ihmal ettiği, ama benim önemli saydığım şu dört  ölçütü gördükten sonra koyalım.

Birincisi, Jeopolitik konum. Ülkenin ortasındaki bir hareketin başarı şansıyla, sınırdakinin şansı  aynı olmasa gerek. Hele, ayrılmak isteyen parçanın denize açılımı varsa.

Kürt hareketi sınırda. Üstelik, burada Kürtler kesin çoğunlukta. Ama denize açılım olanağı yok. Yani, dereceleme artı ile eksi arası.

İkincisi, irredantizm olanağı: Yani, hemen bitişiğinde aynı halktan başka insanlar yaşıyor mu, bunlarla birleşme olanağı var mı?

Suriye, Irak ve İran’da da aynı halktan insanlar var. Ama Türkiye’dekilerle bunlar arasında dil konusu dahil, çok büyük farklar var. Birleşme olanağı görülmüyor. Buna karşılık, bunlardan birindeki “başarı”, diğerlerini hemen etkiliyor. Burada da dereceleme artı ile eksi arası.

Üçüncüsü, uluslararası konjonktür. Yani, uluslararası politikanın genel durumu müsait mi?

AGİK süreci azınlık haklarına muazzam vurgu yapıyor. ABD de Irak’ı parçalamaya teşne. Ama Türkiye’yi bölmek istediğini hiç sanmıyorum. Buraya ben eksi (-) koyarım.

Dördüncüsü, beklenti olgusu: Yani, insanlar yeni devlete kavuşunca daha iyi yaşayacaklarını mı umuyorlar, yoksa bu gelecek puslu mu? Mevcut yönetimde gerçek bir iyileşme beklentileri ne kadar güçlü?

Bu dördüncü nokta, yukarıda sonraya bıraktığımız “motivasyon”la birlikte ele alınması gereken bir husus.

Bakınız,  lâfı fazla uzatmak istemiyorum. Amacım, Kürt, Türk, yöneten, yönetilen her Türkiyelinin kafasındaki bu en önemli soruya yanıt vermeyi kolaylaştıracak bilimsel ölçütler ortaya koymak. Benim düşüncemi sorarsanız, şöyle:

Dikkat ediyorsanız, artı ve eksilerde durum ortada. Bu durumda, Motivasyon ile Beklenti öğelerinin ağırlığı olağanüstü artıyor. Eğer, motivasyon açısından Kürt kökenli Türkiyeliler, Gellner’in sözünü ettiği “gönüllerindeki gönence ve kültüre ulaşma” bakımından zorlanmaz, bu olanakları gerçekten elde ederlerse, bağımsızlık aşamasına geçmeden kültürel milliyetçilik aşamasında kalabilirler.

Çünkü, yukarıdaki eksiler dışında, hem Türklerle “et-tırnak” olma durumu palavra değildir, hem Kürtlerin geleneksel bir parçalanmışlık gelenekleri vardır, hem PKK’nin “demokratiklik karnesi” pek parlak sayılmaz, hem de, en önemlisi, “kurulacak” bağımsız devletin ekonomik geleceği çok umut verici değildir. Zaten, Apo’nun bile, “Ayrı devlet istemiyoruz, zaten her halükârda epey bir süre Türkçe kullanmamız gerekecek” demesi yalnız taktik icabı değil, bu gerçeklerin zorlaması sonucudur.

Ama, “gönüllerindeki gönenç ve kültür”ü bu ülkede bulma olanakları kalmazsa, yukarıdaki analizler farklı sonuç verebilir.

“Maksat” öğesine bile bakmaksızın Kürt sorunu tartışmalarını  önlemek için Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. maddesini getirmek isteyen Sevgili Yöneticilerimiz. Son sözüm sizleredir:

Bu konu, “ayrılma” tartışması yapılmadan aydınlığa kavuşmaz. Bırakın, insanlar her şeyi rahatça tartışsın. Korkmayın, durum ortada. Sizin korktuğunuz kadar değil. Ama, iki durumda korkun:

Birincisi, tartışma ortamını ortadan kaldırarak herkesten önce kendinizi karanlığa gömmekten ve bu karanlık içinde geçmişin hatalarını kaçınılmaz olarak aynen tekrarlamaktan korkun.

İkincisi, Türkiye’deki Kürt kökenlileri motivasyon ve beklenti bakımından çaresiz bırakmaktan korkun.

Türkiye’yi seviyorsanız, benim bütün analizlerimi de boşverin,  korkularla cebelleşmek yerine Yaşar Kemal’in şu ilginç sözünü çerçeveletip duvarınıza asın:

“Kültürel haklar verilirse, Kürtler arkasından bağımsızlık da ister, deniyor. Verilmezse, istemezler mi?”

Önceki Yazı
Sonraki Yazı