Baskın Oran

Ekonomik paket uygulamanın raconu

Fakiri daha fakir yapmak. Üstelik işsiz bırakmak. Üstelik faturayı yalnızca ona ödetmek.

Elimize tutuşturulan bombalı ekonomik paketin bu niteliklerinin yanı sıra, bir de nasıl uygulanacağı sorunu var. Belki de, daha önemli.

Unutacak kadar zaman geçmedi aradan.  O kadar büyütülen 24 Ocak 1980 kararları, bu seferki  paketten çok daha hafifti! Bütün numarası, devalüasyonu  beklendiğinden yüksek tutmak, 35 lira olan dövizin gerçek değerini 55 (elli beş) lira yerine 70 (yetmiş) lira olarak ilan etmekti. Oysa,  sağdan sola herkesin kabul ettiği gibi, bu paket ancak ve ancak bir askerî darbenin zorbalığı sayesinde uygulanabilmişti.

Kürt konusu dışında demokratik denebilecek bu düzende, hem 24 Ocak’a oranla inanılmaz zamlar getiren, hem de her Allahın günü devalüasyon doğuran bu seferki paket nasıl uygulanacak?       1980’de çalışan sınıflar tahmin etmiyordu başlarına geleceği. Oysa şimdi, tahmin falan değil, düpedüz görüyorlar.  Üstelik, 24 Ocakların ilkinin olduğu anda sonunun olmadığını, İstanbul’daki Boğaz köprüleri gibi kendi kendini devam ettiren bir mekanizma olduğunu da anlamaya başladılar. Nasıl uygulayacak bu durumda Bayan Çiller bu paketi?

Bu durumda işçi hareketi kaçınılmaz olarak başlayacak. Kitleler  harekete geçecek, çünkü kaybedecek bişeyleri kalmadı. Kedi bu kadar köşeye kıstırılmaz. Neyle durduracak Bayan Çiller bu ivmeyi? Yürüyen kol işçisini polisle mi durduracak? Sıkıyönetim mi ilan edecek? Başka?

Türk Silahlı Kuvvetleri şu olabilir, bu olabilir, her şey olabilir ama, her halde aptal değildir.  12 Eylül’ün rezaletleri daha anılarda capcanlıyken, böylesine bir cenazeyi kaldırmaya kalkışamaz.   Hele hele, çalışan sınıfların öfkesi böylesine haklı bir zemindeyken. Yoksa, adı Latin Amerika Ordusu’na çıkıverir, biter. O halde?

O halde, böyle  bir bombalı paketi açmanın bilinen tek bir yöntemi vardır: Toplumsal güçlerle oturup konuşmak,  belli bir oydaşmaya (mutabakata, konsensüse) varmak, yani zorunlu faturayı ortaya koyup ödeme konusunda sınıfların ne fedakârlık yapacaklarını  tartışıp, rızalarını almak.

“Milletçe buna elimiz mahkumdu, milletçe gereğini yapacağız. Sen şu, şu fedakârlıkları yapacaksın. Sen şunu, şunu. Ben bunu, bunu. Kimsenin hakkı kimseye geçmeyecek. Aynı gemideyiz, ona göre!” Bunu dediğin anda, kimsenin gıkı çıkmazdı. Gerçekten çıkmazdı.

“Ekonomik profesörü” Bayan Çiller bunu yapmamıştır. Tam tersini yapmıştır. Sermayenin “Fedakârlık yapmaya hazırım” diye ilan ettiği, işçilerin de (bu ortamda bile) ücret azaltılmasına  gitmeye hazır olduklarını bildirdikleri bir  anda,  tam tersini yapmıştır.

960’ların Mülkiyesinde, herkesin çok şey borçlu olduğu  Profesör Seha Meray vardı. Bigün kendisine gidip,  falanca hocanın olumsuz davranışlarından şikayet eden bizlere, hiç unutmam, şöyle demişti: “Oğlum, bazı hocalar nasıl olunması gerektiğini öğretirler, bazıları da nasıl olunmaması gerektiğini. İkisi de değerlidir!”

Profesör Çiller’in Türkiye’ye yaptığı katkı, bu açıdan, katiyyen gözardı edilecek türden değildir.

Hırsı ile aklının oranı rahmetli Enver Paşa’yı fellik fellik aratan, İMF profesörü Bayan Çiller’in bütün bunları niye yaptığı sorusu bence önemsizdir de, asıl merak konusu şudur:

Bu pakette imzası olan sosyaldemokratların ne bildiği vardır? Onları beğenmeyen diğer iki sosyaldemokrat partinin ne bildiği vardır?

Hiç-bir-şey!

Galiba, bütün bu işlerde zurnanın zırt dediği nokta budur. Ellerinin altında Türkiye’nin en  ben’im diyen bilim adamları bulunduğu halde, “Karabük”ü kapatacağız”, “Devlet Malzeme Ofisi’ni özelleştireceğiz”, “Tersaneyi satacağız” diyenlere karşı sosyaldemokratların ileri sürecekleri tek bir rakam, tek bir alternatif, tek bir ekonomik karşı-önerinin bulunmamasıdır ki, işlerin bu hale gelmesinde hızlandırıcı etken olmuştur. Sosyaldemokratlar iktidarda kalıp kalmamayı tartışacaklarına, önce, doğru ekonomik verileri toplama işini halletmelidirler. İşin abece’si budur.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı