Baskın Oran

Dışişleri’ni sevmek ve dövmek

Dışişleri’ni pataklamanın moda olduğu günler yaşıyoruz.

Modaya kapılanları kınamak da zor. Çünkü hem  tek gerçek akraba Azerbaycan bile elden gitti gider, hem de “21. Yüzyıl Türk Yüzyılı Olacak!”, “Adriyatik’ten Çin Denizine…”  gibi geri zekâlılıklarla şişine şişine olacağımız buydu. Amman’daki bir konferanstan bu akşamüstü döndüm, orada tanıştığım Roger Henneuse adlı Belçikalı senatör anlatıyordu, geçenlerde TBMM ile temas için gelen bir AT heyetine dahilmiş, önüne gelen bunları fena fırçalamış: “Artık  arkamızda  koskoca bir Türk dünyası var, artık size ihtiyacımız yok!” Sordum, “Aynen böyle mi dediler Meclis’te?” dedim, aynen böyle dememişler.  Daha  tepeden ve daha ağır konuşmuşlar…

Küçükken, piçlik yapan bir fırlamayı dövüyordum; yetişen anası, hiç unutmuyorum, “Ekmeğini sen veriyorsun da mı dövüyorsun oğlumu, piç kurusu!” diye haykırmıştı. Bu ülke, “Hem severim, hem döverim” ilkesiyle terbiye verilen bir ülke olduğuna göre, dövebilmek için emek de vermek gerek. Yani, Dışişleri’ni pataklamanın önkoşulu, televizyon köşelerinden bilir bilmez ağzını bozmaktan değil, onun sorunlarını anlamaya ve düzeltmeye çalışmaktan geçiyor.

Dünya düzeni alt-üst olmuş. Kimin eli kimin neresinde belli değil. Her yer ve her şey sümüklü kayabalığı gibi elden kayıyor. Böyle bir ortamda Türkiye “bölgesel güç” olmaya oynuyor. Hem de, şimdiye değin uygulayageldiği şu üç şeyi hiç değiştirmeden: 1) Dışişleri’nin sayıca çok yetersiz, nitelikçe çok yanlış örgütlenmiş eski kadrosunu, 2) Statükoyu ancak başkaları bozduğunda ve geç kalındığında tepki gösteren statükocu eski dış politikasını, 3) Karşı tarafı caydırma kurallarını  hiçe sayan dengesiz  eski tutumunu.

Birinciden başlayalım. Dışişleri’nin kadrosu kaç ve ne yazar? Yani, daha düzgün söylersek, sayıca ve nitelikçe ne durumdadır?

Dünyanın bunca civcivli yerinde kurulmuş, üstüne üstlük de  Türk dünyasının önderliğine soyunmuş Türkiye’nin Dışişleri kadrosu sayıca acınacak durumdadır. Gidin, gözünüzle görün.  Dışarıdaki büyükelçiliklerden gelen telgrafları anca okurlar, bundan başka hiçbir şeye vakitleri  kalmaz. Bu yüzden Dışişleri, Türkiye için kısa veya orta vadeli politika üretmenin yanından bile geçemez.

Oysa, Türkiye’nin yalnızca siyasal değil, bütün dış ilişkileri, ekonomisinden kültürüne, ilke olarak bu bakanlıktan geçer ve eşgüdüm olması için bu da zorunludur ama, bu durumda bu kadroyla sırf siyasal politika bile nasıl  planlanır, nasıl yürütülür? Zaten, durum bakanın halinden de bellidir. Hikmet Çetin’in, karısını ne zaman gördüğü  merak konusudur. Bir uçaktan iner, ötekine binerken brifing alır, gene uçar.  Bu durumun, istense bile hemen düzeltilmesi mümkün değildir, çünkü iyi dil bilen nitelikli eleman Türkiye’de azdır ve mevcutlar da bu paraya Dışişleri’ne başvurmamaktadır.

Diğer bakanlıklara oranla daha nitelikli kişilerden oluşan Dışişleri kadrosunun örgütleniş ve kullanılış biçimi de hazindir ve bu konuda suçlanması gereken, çağdaş örgütlenmeyi bilmeyen bu bakanlıktır.

 

Yarın: Dışişleri Nasıl Adam Olur?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı