Baskın Oran

“Geç buldum, çabuk kaybettim, hayat zindan oldu bana…”

Azerbaycan konusundaki son durumu okuyordum. Türklerin (ve tabii, Kürtlerin), aklı başına geç gelen bir millet olduğuna ilişkin epey deyim ve atasözü geldi usuma. “Türk’ün aklı sonradan gelirmiş”. “Türk’ün aklı ya kaçarken, ya  ‘tuvaletteyken’ gelirmiş”. Demek ki  sırf  Füsun Erbulak değil geç kalan; biz milletçe geç kalmışız. Biz yanmışız abi.

(Ama, derdini veren Allah, dermanını da verirmiş. Sevgili bir milletini böyle kusurlu yaratınca, tabii ki onun  ilacını  da yaratacak. Allahtan şu Yunanlılarla Ermeniler var, tam yanarken onlar  uyarıyor. Yüzyılın başında, Osmanlı uykusundan uyanmayı ve ciddi bir devlet kurmayı ancak Yunanlılar sayesinde  gerçekleştirmiştik. Asya’daki kuzenlerimizi geç farkettiğimiz yüzyıl sonunda da “Adriyatikten Çin Denizine” geri zekâlılığından Ermeniler sayesinde uyanıyoruz.)

Yalnız, atasözlerinin yanı sıra, artık başlıktaki eski şarkı da devreye girmiş bulunuyor. Asya’daki kuzenlerimize daha yeni kavuşmuştuk, hemen kaybediyoruz. Hem de, içlerinde en önemli olanını. Azerbaycan’ın önemi, yalnızca sınır komşumuz, en yakında bulunanımız olmasından gelmiyor. Türkiye’nin kültür ve ekonomi açılımı için büyük öneme sahip Orta Asya’yla bağlantıyı sağlayan tek halka oluşundan geliyor. Onun için, Türkiye’nin bu ülkeyi yitirmemesi lazım. Lazım ama, Azerbaycan gitti, gider.

1) Bir defa, bu ülkede ulusal bilinç yok. Karabağ’a Ermeni saldırısı oluyor, Baku  kımıldamıyor. Azeri askeri,  uygun fiyat bulunca silahını  Ermeni’ye satıveriyor. Hani, “barut  bitti” gibi bir durum.

2) Bazı aklıevvellerin önerdiği gibi Türk ordusu giriverse ne olur? Elinin körü olur! Bunu Azeriler bile istemiyor. Hemen 1915  Soykırımı canlanıverir.  Ayrıca, Türkler Kürtleri bitirdi, Ermenileri yeniden kesmeye başladı, diye yetmiş iki buçuk millet ayağa kalkar. Kıbrıs’ı saymıyorum bile. Türkiye’nin  gerek geçmişi, gerekse bugünü uluslararası prestij açısından felaket. Kaçmaktan kovalamaya hali mi var? Üstelik, Türkiye’yi tam bir emperyalist gibi gösteren “Adriyatik’ten Çin Denizine”cilerin ağız ishalleri, başta Rusya, herkesi alarma geçirmişken!

3) Azerbaycan, Ermenistan karşısında daha Mayıs 92’de, BDT üyeleri Taşkent’te biraraya gelip de, Azerbaycan hariç bir ortaklaşa güvenlik antlaşması  imzaladıklarında kaybetti. Ermenistan, arkasına Rusya’yı aldı. Bugün Ermeni sınırlarını Rus askeri koruyor.

4) Azerbaycan’a fiilen yardım yapacak hukuksal düzeneği kurmakta Türkiye geç kaldı. Gerçi,  “Nahcıvan’ın statüsü Türkiye’ye danışmadan değiştirilemez” diyen Mart ve Ekim 1921 antlaşmaları ve “BM üyelerinden biri saldırıya uğrarsa, Güvenlik Konseyi önlem alıncaya kadar bireysel veya ortaklaşa meşru savunma hakkı doğar” diyen BM Antlaşması md.51 vardı ama, Türkiye’nin durumunda bunlar yetmezdi. Türkiye, bir de, ortaklaşa  güvenlik antlaşması imzalamalıydı Azerbaycan’la. İkisinden birine saldırı olması halinde, “her türlü yardımın yapılması amacıyla derhal görüşmelere başlamak” öngörülmeliydi bu antlaşmada. Bu, Ermenistan’ı caydırırdı. Bunları şimdi gönül rahatlığıyla yazıyorum, çünkü Mayıs 92’de de Tempo’da yazdım.

Ama ne yapıldı, devlet büyüklerimiz açtı ağzını, yumdu gözünü.  “Biz Sünni’yiz, onlar Şii” dendi. “Birkaç bomba da oraya düşse ne olur?” denirken bir yandan da elektrik satıldı. Bir yandan, “Ordumuz gidip sınırda manevra yapsın, Ermenileri korkutsun” denirken, diğer yandan da “Türkiye’nin tek taraflı müdahalesi söz konusu değildir” diye Ermenistan’a güvence verildi. Ermenistan da bunları birer birer not etti ve doğru sonuca ulaştı: “Türkiye’nin kılı kıpırdamayacak!”

Bugün, herkes koro halinde Dışişleri’ni pataklıyor. Oysa, bütün bunlar, ortaklaşa güvenlik antlaşması konusu dışında, Dışişleri’nden çok Türkiye’nin kabahatı. Peki birader, bu Dışişleri’nin hiç mi kusuru yok? Onu da yarın tartışalım.

Yarın: Dışişleri’ni Sevmek ve Dövmek

Önceki Yazı
Sonraki Yazı