1996’de Feyhan’la evlenince tanıdım onu. Herkesin ağzında bir “Dalavera”dır gidiyor: Patlayan borunun nereden geçtiğini bulamadıysanız Dalavera’yı çağırın. Ağaç kurumaya başladıysa Dalavera baksın. O mezarın nerede olduğunu bilse bilse Dalavera bilir. Dam akıyorsa, tuvalet patladıysa, aman, hemen Dalavera!
Bodrum’un en proleter ve en esprili adamı. Önceleri ne dediğini kesinlikle anlamıyordum, sonra yavaş yavaş alıştım. Anlatıyor. 1936’dan başlıyor:
“[Rodos’tan Bodrum’a yeni gelmişiz]. Bu Azmakbaşı var ya, orda Erkek Emine’nin evine göçtük. Ordan sona, bi Ayşanım var komşu, bize bi pavalı [favalı] trahana [tarhana] pişirdi koca tencere, ertesi gün. Biz trahanayı yedik, teyzem de evde, Fatma teyzem, Türkçe bilmezler hiç, annem tencereyi yıkadı, Ayşanım geldi almaya, teyze dedi ki: ‘Ayşe Hanum, senin kerhane çok datlı oldu!’ ‘Trahana’ diyeceğine kerhane diyo. Ayşanım diyo: ‘Ne diyosun sen? Kerhane değil mori, trahane!’ “.
Türkçe bilmiyorlar ki hiçbiri. Anadilleri Yunanca. Bu yüzden yerliler onlara “Yarı-cavur” diyor. Ben Bodrum’da son Türkçe bilmeyen Giritli kadınları bundan on yıl kadar önce yaşadım; kızları ve gelinleri aracılığıyla konuşuyorlardı. Dalavera Abem bakkal İspita [“kıvılcım”] Hasan’ı anlatıyor: “Bu İspita pazara da çıkardı. Patates satardı. Ama Türkçesi çok az, kırk beş diyeceğine ‘Kirki beş, kirki beş!’ diye bağırıyo. Köylünün biri duymuş bunu, gelip ayırdı patatesi bu kadar bi yığın yaptı, parayı veriyor. ‘Ne more bu? Yok more yok, kirki beş!’ “
Bir aydan bu yana üzerinde 9 tane villa karkası yükseliveren “yeşil alan” Şalvarağa Tepesi’ne adını veren Şalvarağa Mustafa’nın üçüncü oğlu Fırıncı İbram, ekmekleri elleyen kadınları azarlıyor: “Bre domuzlar, bre hınzırlar, yapmayın, ekmek de almayın, defolun gidin! Esselotsa yati unla tapsomya pataspatevyete! Okso mores! Okso more gaydares! Togolos ipsases? İda skata ipsases? Yani, diyor, defolun be eşekler ben ne bileyim kıçını mı tuttun bokunu mu!”
Birgün görevlinin biri Antalya’ya atanıyor, eşyalar ile çoluk-çocuğu önceden gönderecek, mavnacı Pervoli İbram geliyor, “Beyim, senin karıya vaporda kodum” diyor. Tabii bunu Dalavera, üstelik de Feyhan da var kahvaltıda, on kere “Ayıp ama sölemesi. Söleyim mi? Söleyim mi?” dedikten sonra söyledi, orası ayrı. Gerisini merak ediyorsanız: “Adam kızardı, bozardı, şey yapıcak, hücum etçek, Ali Eriş’in kardeşi Ahmet geldi, ‘Beyim, bunlar konuşması öle, Türkçe kıt, bilmiyolar, kusuruna bakma bunun’ dedi, o zaman aklı yattı adamın, çıkardı parasını verdi Pervoli’nin”.
Hınzırlığı çocukluktan
O zamanın Bodrumunda herkes başını bir tür peştamalla kapatıyor; Osmanlı’da baş her zaman kapatıldı, kadın ve erkek. Dalavera’nın muzipliği çocukluktan. Anasından “futa”sını istiyor, giyiyor, sokağa çıkıyor. “Baktım komşulardan iki dane sarhoş zilzurna. Yanımdan geçiyolar, ben tuttum Köfte Nazif’in kıçını böle bi çimdirdim. Döndü baktı, sarhoş ya, ‘Allah Allah, böle edepsiz karıya hiç rastlamadım” diyo. Ben tabana kuvvet kaçtım”.
Anası Ayşanım ne yapsın, kocası alkolik, çocuk sıra sıra yedi tane. Mecbur şahin gibi olacak. Mesela Dalavera’yı yumurta satın almaya gönderiyor bir evden, evde kimse yok, kovalıyor kuluçkaya yatmış tavuğu, yumurtaları koynuna doldurup geliyor. Yumurtalar siyah boya sürülü olduğu için anlıyor para vermediğini Ayşanım, kestiriyor Dalavera’ya bir dut dalı, soyduruyor da, basıyor sopayı. Bu ders oluyor. Bir gün Cevat Şakir’in ev dışındaki tuvaleti tıkanıyor (herkesinki evin dışında; Bodrum o sıralarda daha deveboynunu keşfetmemiş), çağırıyor çocuk Dalavera’yı, açtırıyor. İlk tuvalet açışı. Tam elli kuruş veriyor, kağıt para! Doğru annesine. İftiharla. Sonuç: Elinden tutuluyor, C.Şakir’e götürülüyor, alnının teriyle kazandığı anlaşılınca rahatlanıyor. Dalavera niye doğruluktan hiç sapmadığını bu olayla izah eder.
Madem öyle, neden adı “Dalavera”? Çünkü babasının lakabı böyle. Şöyle anlatıyor: “Şimdi, biz iki kişi gideriz, içki içiyoz de mi bura? Ben diyom: ‘Şu evin yanında bekle beni’. Arkadaşım gidiyo. Babam bir-iki tane daha içiyor. Sen de malsahibi. Babam diyo: ‘Ben afedersin, bi su dökem gelem, hesabı ödeyem’. Bi kaçar, para ödemeden, öle. Öteki lokanta öle, öteki lokanta öle, en sonunda lokantacının biri ‘Amma dalavera bu!” dedi, ordan kaldı babamın adı Dalavera. Bana da ordan gari, miras!”
En yakın arkadaşım
Bir yaz boyu o anlattı, Feyhan “tercüme” etti, ben yazdım ve notladım, kitabımız çıktı: “Dalavera Memet’in Bodrum Tarihi”. Çok da popüler oldu. Feyhan fena dalga geçiyor: “Siz ikiniz iyi eküri oldunuz!” diyor. Neyran’ın dili, yaşı icabı sivri: “Anneee, Bodrum’dan iyi para kazandı haaa!”. Para kazanmak bir tarafa, harcıyoruz be. Dalavera’yla “masaç”a gidiyoruz. Çünkü benim boynum feci kireçlenmiş, kazık gibi, döndüremiyorum; Dalavera’nınsa bütün vücudunu sarmış. Yalıkavak’ta bir Japon hanım varmış, bu konularda çok iyiymiş, arabaya atlayıp ona gidiyoruz. Seansı yüz on milyon!
Dalavera arabaya biner binmez, baktım, emniyet kemerini takıyor ve söyleniyor: “Ne şeytani gör, ne salavat getir!”. Tabii, ben bunu anlayabilmek için üç kere tekrar ettiriyorum o ayrı, ama anlayınca da “Niye böyle söyledin Memet abi?” diyorum. Elcevap: “Biliyon mu, eskiden kaptanlara mecbur ederdi limancilar, şu şu demirbaşları alıp koycen motora deye. Ama hiç kullanmeycekler? O zaman derlerdi ne şeytani gör ne salavat getir deye!”
Uçkura çift düğüm
Yaşgünümde Dalavera’yı da aldık, Berk Restoran’dan Tombiş’in kızkardeşi Filiz’in motoru Monaliza’yla günlük motor gezisi yaptık. Ama mübareği denize sokturamadım. Bana o zaman söylememişti; Lütfü İlahi motoruyla 1958’de Çeşme önlerinde battığından beri (Dalavera Memet’in Bodrum Tarihi, s.66) denize girmeye korkarmış meğer! Motorda bir yandan tokuşturuyor, bir yandan sohbet ediyoruz:
“Baskın bey! Biliyon mu dün ne oldu?” Soruyorum: “Ne oldu Memet abi?”. Cevap: “İki kadın sokakta durdurup imza aldi, sonra beni optü!”. Kitabı okumuş hayranları bunlar!
Dalavera ertesi gün bahçeyi sulamaya geldiğinde yine bilmece soruyor: “Baskın bey, biliyon mu bugün ne oldu?” “Üç kadın mı imza alıp öptü abi, bu sefer?” Cevap: “Hayır! Bir adam imza aldi ve optü!” Ben telaşlanıyorum: “Aman Memet abi, bugüne kadar korudun, çok dikkat et abi!”. Hınzır hınzır diyor: “Ediyom, ediyom, uçkura çift düğüm atıyom!”
Masaç’tan arabayla dönüyoruz, geçerken tabela okuyor: “Baskin bey, biliyon mu Deos Pansiyon Yunanca ne demek?”. “Teos galiba tanrı demek abi?”. “Yok beyahu! Deos deyyus demek! Hani, kendi kariyi satan herif? Bak, şurda da Haha Bar yazıyo. Haha aptal demek! Bunlar bişey bilmiyolar ki!”.
Eve yaklaşıyoruz. Açık kumral saçlarını bayrak gibi dalgalandıran, kısacık blucin eteği kasıklarda, zargana gibi bir genç kızın yanından geçerken: “Memet abi, şu eteğe bak, dört parmak ya var ya yok, her an da düşebilir” diyorum. “Bundan iyisi de var. Hani apış aralarına yular gibi bişey koyuyolar, koyun budu gibi görünüyo?” diyor. G-string’in Bodrumca tarifi!
Bana şiir yazdı
Bana Azınlık Raporu’ndan dava açılınca Dalavera Abem küçük bir kağıda bana elcağzıyla bir şiir yazdı: “Ankara’nın içinde/ Baskın Oran ün aldı / Savcı Beyin kalbine / Unutulmaz korku saldı”.
O kadar anının yanına bir de bu şiiri koydum. Canım ciğerim, Dalavera Memet Abem iki buçuk ay önce bana işte bu muazzam mirası bıraktı.
Ve ben, her hafta bunca tatsızlığı yazmak yüzünden, ondan ayrılışımı yazamadım.