İki şey anlatacağım. Birincisi: Bu kadar başarılı bir kampanya yürütülmüşken, bu kadar büyük bir teveccüh gelmişken neden bu seçim yenilgisi? Bunun en açık yanıtı Prof. Nilüfer Göle’den geldi: “B.Oran, yandaşlarının ezberini bozamadığı için kaybetti”.
Nitekim bendeniz 31.133 oy aldım (% 1.89). Aynı bölgeden DTP tarafından çıkartılan Doğan Erbaş da 45.775 (% 2.78). Yani, toplam 76.908 (% 4,67). Oy bölününce ikimiz de seçilemedik, oysa bölgeden son milletvekili 59.635’la seçildi. DTP tarafından karşısına aday çıkartılmayan Ufuk Uras 1. bölgede yüzde 3,7’yle seçildi. Öğretici olabilir.
Bittabi, kampanya sırasında hatalar yapmış olabiliriz ve yaptık da. Bağımsızların kösteklenmesi için devlet her şeyi yaptı, ayrıca. Ama temel olay: 84 yıllık ezberleri 1 ay 21 günde bozamadık.
Neden karşına aday?
“Neden DTP sonradan bir aday çıkardı?” sorusu sürekli geliyor. Verdiğim cevabı size de sunayım: “Ben DTP’nin yerine cevap veremem. Üstelik, sevdiğim bu insanların üzüntülerini daha da artıramam. Dahası, Kürtlerin TBMM’ye girmelerini TC’nin bekası açısından yaşamsal önemde buluyorum ve gerek DTP’nin gerekse Kürt kardeşlerimin oluşan bu duruma hiç layık olmadıkları düşünüyorum”.
“Aday çıkardık, çünkü” diyebileceklere aktarasınız diye size bir de kronoloji verebilirim:
25 Mayıs Cuma Orhan Doğan ve iki eşbaşkan Ankara’daki evime konuk oldular ve beni destekleyeceklerini söylediler.
01 Haziran Cuma İstanbul 2. bölgeden adaylığımızı açıkladık. Aynı gün Fırat Haber Ajansı DTP’nin desteğini duyurdu.
02 Haziran Cumartesi 11.00’de DTP Ankara’da Bin Umut adaylarını ve beni desteklediğini açıkladı.
04 Haziran Pazartesi DTP İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaş aynı bölgeden aday oldu.
Mutluyum. Çünkü DTP üst yönetimi aynı gün telefon etti, üzüntü belirtti ve konuyla bizzat ilgileneceğini söyledi. Arkasından, sayılamayacak kadar çok Kürt genci özellikle epostalarla özür diledi. Bunun adı, iyi niyet’tir. Partinin yeni bir gençlik hastalığı yaşadığı ortada; fakat Kürt insanının biraz da feodal kökenden gelen özelliği de ortada: Ağızdan çıkan sözü kutsal sayma duygusu ve ayrıca bir “Beyaz Türk” olarak şahsıma ve hareketimize gösterdiği muazzam teveccüh. Umarım, Kürt kardeşlerimin etnomilliyetçiliği aşma yolunda harcadığı bu çabaların taçlanmasına küçük bir vesile olurum ve çok onurlanırım.
Bundan sonrası
İkinci söyleyeceğim şey: Bu iş burada bitmez. Bitirmek için fazla güzel. Aşağıdan gelen talep o kadar fazla ve kaliteli ki, bitiremeyiz. Ayrı bir daldan devam ediyoruz. Anlatayım. Partilerin yıllardır yaptığı şeyi biz sıfırdan başlayarak ve yalnızca 1 ay yapabildik. İnsanlara politikanın seçimden seçime değil, gündelik hayatta yapıldığını şimdi göstereceğiz. Ağustos sonuna doğru 2. bölge ilçelerindeki “kanaat önderleri” kendi mahallelerinde değerlendirme toplantıları yapacak. Eylül ortasındaki genel toplantıda bu “kılcal damar”larımızdan gelecek bilgi, şikayet ve hepsinden önemlisi önerileri derleyeceğiz.
“Şahdamarı”mız yani kuracağımız “komisyon”lar buradan beslenecek. Her konuda yasa tasarısı hazırlayacak: Nefret Söylemi, Sendikalar, TCK, Ayrımcılığı Önleme, Siyasi Partiler, Çevre, YÖK, ve bittabi, Anayasa! Yanımızda, dört-beş orta boy devlete yetecek kadar uzman ve hoca var. Milletvekilliğine soyunmakla uğraşamayacak ama milletvekili oldukları takdirde olay yaratacak bu insanlar aynen birer TBMM Komisyonu gibi çalışıp yasa tasarısı üretecekler. Sonunda bu tasarılar “Genel Kurul’a inecek”. Orada dinleyen kılcal damarlarımızın huzurunda “kabul” edilerek Resmî Site’de (www.baskinoran.net) yayınlanacak. Ayrıca, TBMM’deki kafadaşlarımıza gönderilecek. Bu simülasyonlar, milliyetçi kavgalarla tıkanmış ve parti firavunları tarafından sindirilmiş bir TBMM’ye yasama faaliyet nasıl yapılırmış, öğretecek.
“Aynı Irmağa İki Kere Girilemez”
Diyalektik’in Babası, Efes doğumlu toprakdaşımız Herakleitos’un sözüdür. Çünkü koşullar her şey için her an değişir. Ne geçen artık aynı sudur, ne de giren aynı insan. Hiç sahte tevazua gerek yok; zaten tevazu kibirden gelirmiş: Bizim Bağımsız Sol hareketimiz Türkiye’ye öyle yeni şeyler getirdi ki Türkiye’nin artık buradan geri dönmesi imkansızdır; buradan devam eder ancak:
1) Yeni söylem ve yeni ilkeler: Sürekli malum masalları dinleyen insanlar “Bunları çok duyduk. Artık ezberini boz” diyecek. Bir Kürt hakkedip etmediğine bakmaksızın bir Kürt’ü, bir Alevi hakkedip etmediğine bakmaksızın bir Alevi’yi, bir kadın hakkedip etmediğine bakmaksızın bir kadın’ı seçmekten bahsettiği zaman artık uyaracak: “Ezberini boz! Başka türden daha değerli birileri var”.
2) Yeni örgütlenme biçimi: Sivil Toplum artık karar vermeye yönelik çalışacak. Gerçek bir “aşağıdan yukarıya” hareket yaratıyoruz. Kılcal damarlar şahdamarını besleyecek, şahdamarı Türkiye’yi. Bütün bunlar minimum bir hiyerarşiyle olacak. Örgütlenme tamamen gönüllü çalışacak. Merak etmeyiniz; bu hareket sıfırdan başlayarak bu muazzam kampanyayı aynen böyle götürdü ve böyle götürmeye fena halde teşne. Başarımız, yeni katılımları aynen bir ışığın kelebekleri çektiği gibi çekecektir. Tek farkımız, onları yakmak yerine yeniden üretmek olacak.
3) Yeni sol anlayışı: Hepsinden önemlisi işte bu üçüncüsü. 60’larda Marksizm bize “ezilen ve dışlanan”ların “emekçiler” olduğunu öğretti. Yıllar sonra ve epey zorlanarak (çünkü sol’da Kemalist çekirdek çok belirgindi) buna ikinci bir kategoriyi ekledik: Kürtler.
Ondan sonra, ondan sonrası tufan. 71 ve 80 askerî darbeleri bizi ezdi geçti. Türkiye’nin sol kolunu kopardı attı. Canımızı zor kurtardık; yani kurtarabilenler. O hengame içinde, 80’lerle birlikte seslerini duyurmaya başlayan yeni toplumsal güçleri, bu yeni ezilmişlik-dışlanmışlık kategorilerini fark bile edemedik: Aleviler, engelliler, kadınlar, gayrimüslimler, Romanlar, sokakta kırmızı ışıkta kağıt mendil satan sekiz yaşındaki çocuklar, Çerkesler, eşcinseller, çevreciler, Lazlar, üniversiteye başörtülü alınmayan kızlar, vicdani retçiler, daha sayayım mı.
İşte Bağımsız Sol hareket Çağdaş Sol’un, emekçilerin ve Kürtlerin yanı sıra bütün bunları kucaklanması gerektiğini öğretti Türkiye’ye. Bunların her birine de, yukarıda da söyledim, sadece kendini savunmamasını. Her ezilmiş-dışlanmışlık kategorisinin diğer bütün ezilmiş-dışlanmışları savunmasını.
Kolay değildir efendim. Bırakınız “ortay oy pusulası”nda adlarımızın karınca duası gibi yazılmış olması rezaletini. 2004 ortasından itibaren bir ejderha gibi başını kaldıran ve bu arada yalnızca sahte sol’u değil, klasik sol’u etkisi altına alarak Batı/yabancı düşmanlığına dönüşen milliyetçiliği biz hem Nişantaşı hem Okmeydanı sokaklarında: “Milliyetçiler en çok millete zarar verir. Çünkü karşı milliyetçiliği tetikler” diye bangır bangır teşhir ettik. Vatanî hizmettir. Artık burada duramayız; vatana ihanettir.