Yabancılar bu üç şeyimizi pek överler, biz de mutluluktan sevindirik oluruz. İlk ikisi değil ama, üçüncüsü üzerine, geçtiğimiz Pazar günü (20 Nisan) Orhan Bursalı Cumhuriyet’te önemli bir yazı yazdı: “Eyvah Stratejik Önemimiz”. Diyor ki, bu övünülecek bişey değildir, üstelik başımıza beladır, “Türkiye ‘stratejik önem’inden dolayı yıllardır sürünmektedir. 18 kez ekonomisini iflas noktasına getirmesine, hep dışarıdan destek ve yardımla varlığını sürdürmek durumunda kalmasına bu ‘stratejik önem’i neden oldu”.
O.Bursalı’nın köşesinde yeri sınırlı; 2001 sonunda Mülkiye’de çıkardığımız Türk Dış Politikası (TDP) 1600 sayfalık bir kitap olduğu için daha ayrıntılı anlatıyor. Örneğin, zihin açmak için A. Savaş Akat’tan aktardığımız bir istatistiksel bilgi: 1950-80 arasındaki otuz yılda Türkiye, dış ticaret açığının yüzde 42’sini dış yardım ve dış borçlanmayla kapattı (üstelik bu hesaba önemli miktardaki askerî yardım da dahil değildir). Bu hakketmediği döviz sayesinde/yüzünden Türkiye hem ekonomisini rasyonelleştirmeye bir türlü yanaşmadı (ör. ihracat seferberliğine girişmedi), hem de dış borca bağımlılık yüzünden dış politikasını ipotek altına soktu. 1980’den sonra bunların acısını doya doya yaşadık. Aynı kitabın birinci cildinden (s.29-45) aynı konuda birkaç spot daha:
Stratejik Orta Boy Devlet (Stratejik OBD), büyük önemini, stratejik coğrafi konumundan alır. Bu yüzden, ekonomik bakımdan zayıfladıkça, önemim azalmasın diye ordusunu güçlendirmeye girişir. Bu ise, birtakım istenmeyen sonuçlara yol açabilir: Silaha kaynak ayırdıkça ekonomisi daha da sıkışır. Sonunda büyük devletin dikkatini sürekli çekip dış yardım alabilmek uğruna onun gönüllü “ileri karakolu” olur. Hatta önemini artırmak için gerilimleri bizzat körükleyebilir (ör. Menderes’in Suriye’ye 1957’de, Özal’ın da Musul’a 1991’de saldırmak istemesi).
Yetmediyse, devamı var: Ekonomi askeriye’yle telafi edilince, komşular tehdit algılamaya başlarlar ve bir silahlanma kısır döngüsü harekete geçer. Stratejik OBD, silahlı gücünü durmadan büyütmeyi meşrulaştırmak için bir de iç düşman(lar) imal edebilir. Nihayet, şu formülü de unutmamak lazım: “Büyük ordu, küçük demokrasi”.
Yettiyse, güncellikle bitirelim: “Stratejik önem sayesinde” dış yardım ve dış borç biçiminde durmadan “kazanılmamış döviz” aktarımı sürünce, içeride dibe vurma olgusu durmadan yapay olarak ertelenir. Ertelendikçe, hortumlamalara çare bulma da ertelenir. Oysa bizzat bu hırsızlıklar, bir türlü bitmek bilmeyen bu dış kaynak açlığının başlıca nedenidir. İşte bugünkü gazetelerden (22 Nisan) bir örnek: BDDK’nın 6. Gelişme Raporuna göre, özel banka sahipleri bankalarından toplam 11 milyar dolar hortumladılar, devlet bu bankaları yeniden yapılandırmak için 21,7 milyar dolar koydu, patronlar da en fazla birer-ikişer ay yatıp işlerinin başına ve lüks hayatlarına geri döndüler. Bir karşılaştırın: Üçüncü tezkereyle hava sahamızı açmış olmanın karşılığında ABD’nin (şartlı olarak) vermeyi önerdiği, henüz vermeye yanaşmadığı, bizim de gözümüzü dikerek beklediğimiz bütün para 1 milyar dolar (veya onun yerine 8,5 milyar yeni borç).
* * *
Acaba “stratejik önem”den kaynaklanan bu dış kaynak aktarımı olmasaydı, hortumlama bu kadar kolay ve cezasız olur muydu? Bırakın yukarıda hatırlattığım envai çeşit sakıncaları, sırf bu yüzden bile O.Bursalı’nın hatırlattığı bu “stratejik önem”i sorgulamanın zamanı geldi de geçiyor.
Geçerken de, insanın aklına şimdiye kadar hiç sorgulanmamış şeytanca hususlar getiriyor: Birçok “büyüğümüz”, Irak saldırısında ABD’nin yanında yer almamız gerektiğini, yoksa stratejik önem’imizin azalacağını buyurdu. Demek ki, Stratejik OBD’ler bu önemi yalnızca Hegemon Devlet’in emrine sundukları zaman koruyorlar. Sunmayınca, kaybediveriyorlar.
O zaman, ben ne anladım bu işten? Üstelik de, karşılığında “ücret” olarak borç alıyorsam, borcum kabarıyorsa, dış politikam daha bağımlı oluyorsa, sonunda bir de hortumlamalar kronikleşiyorsa ve dön baba dönelim işin en başına dönüyorsam?
Bir de, bu işin tersi doğru olmasın sakın? Yani, gerektiğinde hayır deyince artıyor olmasın önem? 1960-80 döneminde Türkiye ABD’nin gözünde prima idi; oysa bizim kitaba bakarsanız (s.674-679) yalnızca ABD’ye yaptığı yaramazlıklar bile saymakla bitmiyor: BM’de Eylül 65’te ABD’nin Vietnam politikasına karşı çıkmış; Eylül 68’de NATO kuvvetleri statü anlaşmasını (SOFA) değiştirmiş; 69’da İkili Anlaşmaları zapturapta almış ve üslerin alandışı kullanımını yasaklamış; Kıbrıs yüzünden ABD’nin koyduğu ambargoya cevap olarak Temmuz 75’de üslerin kullanımını durdurmuş; aynı nedenle Mart 80’de yerli savunma sanayiini başlatmış, üslerin malzeme giriş-çıkışına el koymuş, üslerin statüsünü olağanüstü durumlarda askıya alma hükmünü getirmiş. Daha sayayım mı?
* * *
Sanki 1 Mart’ta gösterdiği vatanseverlik için çok özür diler gibi, Hükümet, 3 Irak diplomatını ABD istedi diye sınırdışı ettikten ve “Koalisyona dahiliz” diye demeç verdikten sonra şimdi de “Ne isterlerse hemen yollarız” diyor. ABD’nin Irak’ta dört büyük üs kurma projesinin, Türkiye’nin stratejik önem’ini ortadan kaldıracağı paniğine kapıldı. Oysa, Türkiye’nin stratejik önemi azalırsa bu ülkemiz için bir nimet olabilir.
Üstelik, BM’nin değil ABD’nin kuracağı ve meşruluğu işgalden fazla olmayan bir barış gücüne asker yollamak acaba Türkiye’yi güçlendirir mi zayıflatır mı? Üstelik, kuzeyi Kürt güneyi de Şii dolup taşan ve daha da çook kaynayacak bir Irak’ta? Kapılarında yalvar yakar olduğumuz AB’ye inat yaparcasına?
Bu “stratejik önem” tartışması mutlaka devam ettirilmeli. Kimsenin dokunmaya cesaret edemediği tabu konuların çoğunun gülünçlüğü, bir dokunduğunuzda açığa çıkıverir. Dış politikada da zurnanın zırt dediği yer işte bu kavram.