Baskın Oran

Ay yıldızlı bayraktan yana tarafsız olmak

Cat Stevens içinde bulunduğu ortamdan, Yusuf İslam adıyla Müslüman olmak sayesinde kurtuldu. Kürtler, milliyetçilik sayesindedir ki kimliklerine saygı talep edebildiler. Kemalizm Türkiye’yi yarı feodal bir imparatorluktan alıp ayakları üzerine kaldırdı. Yani, ideolojilerin çok yararlı kimi yönleri olduğu kesin. İsterseniz ideoloji yerine laik olan ve laik olmayan dinlerin diyelim; hemen anlatacağım.

Ama, onların en az bir yönüne itirazım var: Akla değil de iman’a dayanmalarının doğal sonucu olarak, düşünmeyi ve tartışmayı yasaklamalarına.

Daha iyi anlatabilmem için, bu sütunlarda 23.12. 2007’de çıkan “1938” makalem hakkında, bir eposta listesine yazılan şu iletiyi birlikte okuyalım:

Kafamıza uymayana, “filtre”

 “Eylül 1925 Şark Islahat Planı diye bir şeyden bahsediyor B.Oran. Ve tüm kurgusunu bu Plan üzerine temellendirmiş. Ve tüm argümanını bu planın tek tek maddeleri üzerine kurmuş.

“Ben şahsen samimi olarak merak ediyorum. Herhangi bir kurum veya grup ya da kişi kendince görüş şeklinde bir plan mı hazırlamıştır? Yoksa bu gizli de olsa resmi bir hükümet planı mıdır? Evet, gerçekten net bilgi elde edebilir miyiz?”

Benden bilgi istenince, şunları yazıp yolladım:

“Şark Islahat Planı Ş. Sait isyanının bastırılmasından sonra derhal hazırlanmaya başlandı. 08 Eylül 1925 tarih ve 2536 sayılı, ‘Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa Kemal’ imzalı Bakanlar Kurulu kararı gereği şu isimlerden meydana gelen bir Şark Islahat Kurulu oluşturuldu:

“- Mahmut Esat (soyadı: Bozkurt. Bozkurt-Lotus davasındaki rolüyle ve çok önemli devrim yasalarının [Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu, vb.] çıkarıldığı dönemde adalet bakanı oluşuyla bilinir. Daha az bilinen yönü, kimi ilginç sözleridir: “Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir”, “Türk devleti işlerini Türklerden başkasına vermeyelim. Türk devleti işlerinin başına öz Türklerden başkası geçmemelidir. Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet işleri başında mutlaka Türkler bulunacaktır”, “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türktür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır” Bu son alıntı, kendisinin Ödemiş söylevindendir).  Mustafa Abdülhalik (soyadı: Renda. TBMM Başkanı. Daha az bilinen yönü, 1915 Ermeni Katliamlarında Bitlis ve Halep valiliklerinde bulunarak olaya çok aktif biçimde katılmış olmasıdır). M. Cemil (soyadı: Ubaydin. İçişleri bakanı). Mirliva Kazım (soyadı: Orbay. Genelkurmay ikinci başkanı).

“Plan, 25 Eylül 1925 tarihinde yürürlüğe kondu. Resmîdir. Arkadaşımızın bu Plan konusunda kuşku belirtmesi beni iki açıdan mutlu etti: 1) Her şeyden kuşku duymak, bilimsellik’in bir numaralı gereğidir; 2) İnsanlar iman ettikleri şeylerden önemli bir tanesinin yanlış çıktığını görünce gerisinden de kuşku duymaya başlarlar ve gerçeğe erişmeleri böylece kolaylaşır.”

Şimdi, “Resmî bir hükümet planıdır” biçimindeki kesin bir cevaptan ve bu kadar ayrıntıdan sonra ne beklersiniz? Şu cevap geldi:

“Evet. Eğer böyleyse, bu açıkça görüldüğü gibi hükümete sunulmuş bir rapordur. Hükümetlere her zaman sayısız raporlar sunulur. Önemli olan o raporların hükümet veya Meclis’ce kanun, kararname, yönetmelik, vb. haline getirilip getirilmediğidir. Bu durumda, B.Oran’ın yazdığı yazıyı ciddiye almadığım gibi, bundan sonra ondan gelenlere de filtre koymak durumundayım. Tabii, herkes kendi bildiğine inanmakta serbest ve özgür.”

İyi de, bu tutumun bir İslamcıdan ne farkı var? İman ettiği şeye uymayan bir yazıyı “filtre” ederek ona gözlerini kapatıyor. Hacca giden dindaşlarımız da 2003’te havalimanındaki Zeki Triko mayo reklamlarının üstünü kapattırmışlardı. Arkadaşımız iktidarda olmadığı için ancak kendi gözünü kapatabiliyor. Olsaydı, bu zihniyetle belki bizimkini de kapatabilirdi. Demek ki bu bir din veya milliyetçilik meselesi değil; iktidarda olup olmamak meselesi.

Tabii ki bütün bunlar hep vatan için. Ama tam da bunun için tehlikeli. Susurluk çetecileri de yaptıklarını kelimesi kelimesine aynı gerekçeyle savunmuşlardı. Sadece, “vatan” yerine “devlet” diyerek.

Devletin filtresi

Bu örneği isterseniz saymayalım. Çünkü devleti temsil etmiyor. Memurları, hatta memurların en bağımsızını, yargıçları alalım. Hatta, Yargıtay başkanının en bağımsız davranacağı emeklilik töreninde söylediklerini:

“Hakimler bağımsız, teminatlı ve tarafsız olmalıdır. Ama hakimin taraf olacağı olaylar da vardır. Hakimler Türkiye Cumhuriyeti’nden yana taraftır. Hakimler üniter devletten, bölünmez bütünlükten yana taraftır. Taraf olmuştur, olacaktır. Ay yıldızlı bayraktan yana taraftır” (CNN Türk.com, 26.12.2007).

Çok önemli sözler.  Çünkü:

1) Yasalar bunları içeriyorsa söylemeye zaten gerek yok. İçermiyorsa, o zaman Başkan yargıçların TBMM yerine geçip kanun üretmesini ve bu ürettiğini uygulamasını istiyor. Bunun adı literatürde “Yargıçlar Devleti”dir ki, Montesquieu’nün 1748’de Yasaların Ruhu’nu yazdığından beri demokrasinin özü sayılan “kuvvetler ayrımı”nı söker atar.

Bu durumda yargıçların yasa yapıp uygulamasının, din adamlarının tıbbi etik kurula sokulması (Milliyet, 26.12.2007) gibi tüylerimizi diken diken eden bir olaydan ne farkı var? Aslında var tabii: AKP bunu din adına, Yargıtay Başkanı ise milliyetçilik adına yapıyor. Peki, o zaman kuvvetler ayrımını ihlal (ve ayrıca kanunsuz yetki kullanma) açısından din ile milliyetçilik arasında ne fark kaldı?

2) Demokrasi kavramı yargı tarafından bu kadar “farklı” yorumlanırsa, yargıçların bu yaklaşımla verecekleri kararları ne yapacağız? Başkan şöyle diyor: “Kesinleşmedikçe eleştiremeyeceksiniz” (Türk Hukuk Sitesi, 06.09.2006).. Yani, “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” başlıklı TCK 288’i böyle yorumluyor.

Prof. Kaboğlu buna karşı diyor ki: “O zaman, Van rektörünün tutuklanmasını ve evinin aranmasını eleştiren binlerce kişinin hapse atılması gerekirdi”. Av. Fethiye Çetin’in söylediğiyse ilke açısından daha çarpıcı: “Bu sözler her şeyden önce yargı mensuplarına güvensizliğin ifadesi. Ayrıca, kesin kararı beklerseniz eleştirinin ne anlamı kalır?”

Zavallı Hrant. Kendini gazetesinde savunduğu için 288’in hışmına uğramış, ancak ölerek kurtulabilmişti. Acaba, mesele sadece 288’in hışmı mıydı yoksa maddeyi öyle yorumlayan “bağımsız, teminatlı, tarafsız” yargının “ay yıldızlı bayraktan taraf” olması mı?

3) Türkiye’de siyasal cinayetlerin artık sadece “ay yıldızlı bayrak” bahanesiyle işlenmeye başlandığı bir dönemde Yargıtay başkanının bu konuşması ne kadar yararlı bir ortam yaratır acaba?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı