Baskın Oran

Perinçek davasının dersleri

İsviçre yüksek yargı organı Federal Mahkeme, Doğu Perinçek’in cezasını onadı. Paraya çevrilmiş 90 gün hapis ve ayrıca tazminatlardan oluşan ceza, İsviçre Vaud kantonu temyiz mahkemesi tarafından 09 Mart 2007’de verilmişti. Karar, Lozan Antlaşması’nın 82. yıldönümünde bu kente giden Perinçek’in “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” demesi üzerine alınmıştı.

Hukuksal dayanağı şu: İsviçre Ceza Kanunu’nun “çeneni kapa yasası” (loi bâillon) kategorisinde gösterilen ve 1995’ten bu yana uygulanan 261 bis maddesi.

“Irk Ayrımcılığı” başlıklı madde özetle şunları cezalandırıyor: Jenositi veya insanlığa karşı diğer suçları hafife almak, inkar etmek veya haklı göstermeye çalışmak, belli bir ırka veya dine mensuptur diye kimi insanlara karşı açıkça kine ve ayrımcılığa teşvik; onlara yönelik aşağılayıcı bir ideolojiyi yaymak veya örgütlemek;

Tesadüfe bak. Aynı madde, numarası bile neredeyse aynı, bizde de var: TCK 216/1: “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse…”. Azınlık Raporu’nu yazdım diye şu anda Prof. Kaboğlu’yla birlikte bundan yargılanmaktayım. 3 yıl istiyorlar.

Vaud yargıcının gerekçelerine de bakalım: Sanık, İsviçre yasasını ihlal ettiğini bilen küstah bir provokatördür. Girişimi ırkçı ve milliyetçi güdülere dayanmaktadır. İsviçre kamuoyuna göre Ermeni jenosidi kesin bir tarihsel olgudur.” Bu son cümle önemli. Çünkü, öncesini bilmem ama, bu cümle akla bazı şeyler getiriyor:

1) Acaba sanığın “ırkçı nedenlerle” hareket etmediği tespit edilse, aynı yasa yine uygulanacak mıydı? (İsviçre’de yayınlanan Le Temps, 20.12.07

2) Acaba ne zamandan beri İsviçre kamuoyu tarih konusunda uzman sayılıyor ve yanılmaz kanılara sahip bulunuyor?  (İsviçre’de yayınlanan Le Pamphlet, no. 363, 16.03.07) .

3) Acaba ne zamandan beri İsviçre yargı organları kamuoyunun düşündüğüne göre karar veriyor?

Bu üçüncü husustan kaynaklanan bir şey daha aklıma geliyor ama, onu da yazının sonuna saklayayım izninizle.

Batı, kendini topuktan vuruyor

Kendini “apolitik ve ateist” olarak tanımlayan Fransız profesörü Robert Faurisson “Bana bu Nazi gaz odalarından bir tane bulup gösterin. Anne Frank’ın Hatıra Defteri de o yaştaki bir kızın elinden çıkmış olamayacak bir düzmecedir” diye Holokost’u tartışmaya açınca ortalık birbirine girmişti. Adam Fransa’da bunu inkârı suç sayan 1990 Gayssot Yasası’nı ihlal ettiği gerekçesiyle üniversiteden atılmış, hakkında başka cezalar da verilmişti. Hatta bu olaydan ünlü Noam Chomsky de payını bol bol almıştı çünkü “Çoğunluğun düşündüğünden ne kadar farklı ve ayrıca ne kadar yanlış olursa olsun” her düşüncenin ifade özgürlüğü kapsamı içinde korunması gerektiğini yazmıştı.

Hrant’ın bana telefonda şunu dediğini bugün gibi hatırlıyorum: “Yahudi jenositinin bile tartışılabilmesinden yanayım. Bunun yasaklanmasını kabul edemiyorum”. Bunları söyleyen insan, “Evet, bu ülkede Ermenilere karşı jenosit yapılmıştır” demek yüzünden Türkiye mahkemelerinde süründürülmüş (ve sonunda da sokakta katledilmiş) insandır.

Aynen Hrant gibi düşünüyorum. Şiddete ve kine açıkça teşvik etmedikçe yani “Oh olsun, Yahudileri iyi ki kestiler” türünden öküzlükler yapmadıkça, olguların tartışılması asla engellenemez. Aksi halde Engizisyon dönemine kesin dönüş yapılır. “Nefret Söylemi” (hate speech) denilen rezil şey bu kadar geniş yorumlanamayacak kadar vahim bir şeydir. Jenositin olduğunu söylemek hakkı kadar, olmadığını söylemek hakkı da vardır.

Bu nedenle İsviçre yargısının, hele de “Kamuoyum böyle diyooo” deyip Perinçek’i sırf olayı tartışmaktan mahkum etmesi asla kabul edilemez. Aksi halde bu mantık her şeye ama her şeye uygulanabilir ve sonuçta Batı’nın özü olan demokrasi rezil olur.

Bizim ulusalcılar da kendini topuktan vuruyor

Şimdi artık yazıyı Perinçek’le sınırlamayı bırakalım, onu aşıyor. Ülkemizdeki “milliyetçi/ulusalcı” ekibin tümünden bahsedelim. Bu ekibin, insanı insanlığından utandıran çok sayıda önermesinin yanı sıra, şöyle özetlenebilecek bir sloganlar dizisi de var: Arkasına Emperyalist Avrupa/Batı’yı alarak kimse halkımızın gelenek ve değerlerine aykırı şeyler söyleyemez, yapamaz; yaparsa cezasını anında görür. Bu cezaya karşı yabancılardan medet uman yani AİHM’ye başvuran da vatan hainidir. Bakın şimdi ne oluyor:

1) Böyle özetlenebilecek tutumdur ki, Batı’nın kamuoyuna teslim olmuş yargısı karşısında bu ekibi çifte standardın kuyusuna gömüyor. Haksız yere cezalandırılmasını fevkalade kolaylaştırıyor.

2) Bu ekip böylece yalnızca “jenosit” suçlamasını reddetmekle kalmıyor, Anadolu’nun otokton halkı olan yüz binlerce Ermeni’nin 1915’de ya doğrudan katledildiğini yahut adı “Derzor” veya “Resülayn” olan kesin ölüm’e yürütüldüğünü de reddediyor. Böylece, hiç kimseyi ikna edemediği gibi, kendi karşıtını da besliyor. Ermeni Diasporası’nın aşırılarının ekmeğine bal sürüyor. Bin kere yazdım, on bin kere daha yazacağım: Bizim “milliyetçi/ulusalcı”lar ile Ermenilerin “milliyetçi/ulusalcı”ları birbirine memeden süt veriyor.

3) Şimdi davanın avukatı Laurent Moreillon AİHM’ye başvuracak. Şöyle diyor: “AİHM’ye ilke nedeniyle başvuruyoruz. Henüz müvekkilimin tepkisini resmen almadım ama, bana yazıp artık burada duramayacağımızı bildireceğini biliyorum” (tsr.ch – Info – Génocide arménien: condamnation confirmée).

Moreillon’un müvekkili “kendi vatanını” değil İsviçre’yi şikâyet edeceği için Strasbourg’a gönül rahatlığıyla gidecek. Ama gideceği yer “Emperyalist Avrupa”nın en temel kurumundan biri.

Gitmediğini düşünelim, o zaman da 1915’i tartışmaya dahi izin vermeyecek kadar antidemokratik bir yargı kararını kesinleştirmiş olacak. Dahası da var. Nasıl hiç ilgisi olmayan dünya parlamentoları zincirleme biçimde Ermeni Tasarıları geçirmekteyse, artık hiç ilgisi olmayan dünya mahkemeleri zincirleme biçimde bu türden acayip yargı kararları geçirmeye başlayacak.

Tabii, bu zincir zamanla bizzat kendini kelepçeleyecek; o başka. İşte o zaman, ve ancak o zaman, ifade özgürlüğüne bu saygısızlık ve hukuksuzluk sona erebilir. Perinçek, Türkiye’ye bu hayr’ı sağlamakla tarihe geçebilir.

Tabii, darı’sının Türkiye’nin de başına saçılması şartıyla. Buraya kadar söylemişken, yukarıda bir yerde, “onu da yazının sonuna saklayayım izninizle” demiştim:

İsviçre Federal Mahkemesi bu kararı acaba hangi ülkenin yargısından ve de yüksek mahkemesinden “asimetrik biçimde kopya” etti dersiniz?

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı