Baskın Oran

Asıl önemli olan, tartışmayı suç olmaktan çıkarmak

Evvelki gün, “suyu  getirenle testiyi kıranı aynı kefeye koymak”tan söz etmiştim. Galiba, zurnanın zırt dediği delik de burası. Şimdiye kadar söylediklerimi göreli olarak çok önemsiz bırakan önemli nokta burası.

Bugün Türkiye’de, ağırlaştırılmak için Meclis’te sıra bekleyen TMK ile öyle bir atmosfer yaratılmak isteniyor ki, Kürt talepleri arasında bağımsızlığın b’sini tartışma konusu yaptın mı, satırı derhal ensene yiyeceksin!

Hani, ilahî bir Nasreddin Hoca fıkrasıdır, karşısında oturan seslice yellenip de arkasından ayağıyla tahtayı gıcıdatınca, “Hadi,” demiş Hoca, “sesini benzettin, ya kokusunu ne yapacaksın?”

Hadi, 1930’ların faşizmini bile göreli olarak sevimli kılan böyle bir atmosferi yarattın. Ama, şu sorulara ne cevap vereceksin?

a) Bağımsızlık dahil, bu konudaki bütün çözüm yollarını irdelemeden nasıl tartışma açacaksın? Az gebelik olmadığı gibi, kimi çözüm yollarını tartışmak serbest, kimilerini tartışmak yasak, bunun adı “tartışma” mı olacak?

b) Tartışma olmadan, nasıl çözüm üreteceksin? 1925’ten beri yaptıklarını mı tekrarlamakla yetineceksin, “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” misali? Çok mu “çözüm”dü bunlar?

c) Bir de, böylesine bir polis devletini Batı’ya yutturabilecek misin? O Batı ki, yalnız ekonomik olarak değil, özellikle PKK’yi Avrupa’da zapturapt altına aldığından beri, senin siyasal iplerini resmen elinde tutuyor. Üstelik, insan hakları uluslararası karnen baştan aşağı kırıkla dolu. Hadi yutturdun, sesini benzettin, ama “Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü” kurtarmış olacak mısın?

Fikret Hoca, telefonda kendisine “Başkan” deyip Mülkiye’deki matrak  “İngilizce Sevenler Derneği”nin başkanı (ve tek üyesi) olduğunu anımsattığımda, 20 ay yemiş haliyle bile esprisini ihmal etmeden, “Yeees, yeeees!” demişti. Bu soruların yanıtı, kesin bir “Noooo! Noooo! dur.

Sadede gelelim: Kürt sorununa  yazılarıyla çözüm arayan üniversite doçentlerinin kitaplarını “terörcü” diye niteleyerek 20 aya mahkum etmek, sistemin kendi kendini mahvetmesidir. Yok bu madde, yok şu madde tartışmasını bir kenara bırakıp, herşeyden önce Kürt sorunundaki olası çözümleri tartışmayı suç olmaktan çıkarmak gerek. Zurnanın zırt dediği delik burası.

Merak etmeyin, Türkiye batmaz! Çözüm yolları serbestçe tartışılıyor diye batacaksa bu ülke, çekiver kuyruğunu gitsin, derler sonra, verecek yanıt bulamazsın. Tam tersine, Türkiye, bunlar zamanında (ve hâlâ) tartışılamadığı için bomba sesleriyle inliyor.

Bu noktada,  çok önemli bir konudan daha söz etmek istiyorum.

Daha önce de söylediğim gibi, TMK’nın zaten insan hakları açısından berbat olan 8. maddesi daha da ağırlaştırılmak üzere Meclis’te bekliyor. SHP ise, buna karşıt görüş olarak, “Devletin laik niteliğini bozmayı hedef alan” deyiminin maddeye eklenmesini istedi. Yani, maddenin bu berbat yapısına şeriatçıları da dahil ederse, sanki görevini yapacakmış izlenimini verdi. Bu durumda “bölücülük propagandası” cezalandırılacak, onun yanı sıra “şeriatçılık propagandası” da cezalandırılacak. “Denge” sağlanmış olacak!

Oysa, önemli olan, şiddet ve tehdit içermeyen tartışmayı suç ve ceza konusu olmaktan çıkarmak. “O cezalandırılıyorsa, bu da cezalandırılsın” mantığı değil gerekli olan.

Gerçi, SHP’nin üzerinde nihai olarak uzlaştığı ve benimsediği metinde şöyle bir ifade var:

“Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ve Devletin laik niteliğini bozmayı hedef alan baskı, cebir, şiddet, korkutma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini içeren propaganda, toplantı…” diyor. Yani, TMK’nın 1. maddesini getirip 8. maddeye monte etmek istemiş.

Bu son şekliyle madde, suç ve ceza için şiddet ve tehdit’in aranması sonucunu doğurur biçimde yorumlanabilir.  Fakat, maddenin başında  yine yer alan “Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun” deyimi durdukça, şiddet ve tehdit’in aranması nasıl mümkün olacak? Hem, “hangi yöntemle olursa olsun suçtur” diyorsun, hem de “şiddet dışı yöntemlerle suç oluşmaz” diyorsun. Madde, bu haliyle tam bir hukuksal ucube.

Zaten, maddenin ilk tümcesi durdukça,  yargıçlar “maksat”a bakmıyorlar. “Ben birlik için mücadele ediyorum. Bakın, kaç yerde Türk ve Kürtlerin birliğini savunuyorum” diyen sanıklara, “Maksat önemli değildir” yanıtını (ve cezayı)  bastırıyorlar. Nitekim, gerek Doğu Perinçek ve gerekse Doç.Dr. Fikret Başkaya’yı   DGM ve Yargıtay bu yüzden mahkum etti.

Şeriat’tan falan söz ettik biraz yukarıda. Bugün (1 Ocak), gazetelerde Çağlayangil’in cenazesinde imamın ettiği bir lafla ilgili bir haber vardı. Bu haftaki yazılarımı  bu konuyla noktalamak istiyorum.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı