Şu anda iki soruya cevap aranıyor: Bağdat savunmasından niye ses çıkmıyor; saldırı sonrası düzen nasıl olacak?
İkisinin de yanıtı şu anda belli değil ama, özellikle birinciyi hiç anlamıyorum. Nasıl işse, Cumhuriyet Muhafızları hiç ortada yoklar. 1991’deki gibi, savaş bitince çıkacak isyanları bastırmak için kendilerini taze tutuyorlar demek mümkün değil, çünkü mevcut yönetim ayakta duramayacak bu sefer. Geriye iki olasılık kalıyor: Amerikan hava üstünlüğü yüzünden ortaya çıkamıyorlar ve bu gidişle çıkamayacaklar, veya saldırganlara kentler içinde tuzak hazırlıyorlar.
Saldırı sonrası düzene gelince. Bu da bir bilinmeyenler kumkuması. Bilinen tek şey, bizzat Amerikalıların kafasında bir plan olmadığı. El Ehram gazetesinin bu hafta internetten yayınladığı bir yuvarlak masa toplantısından da çıkan bu. Irak’ı perperişan ettiler ve şimdi ne olacağını düşünüyorlar.
Bu konuda şimdiye kadar iki genel modelden söz edildi: Afganistan modeli ve MacArthur modeli. Birincisi, Karzai benzeri bir hükümet. İkincisi ise bir Amerikan generalinin bir süre (2 yıl?) başta kalması. Aslında ikisi de üç aşağı beş yukarı aynı kapıya çıkıyor, çünkü birincisi açıkça bir kukla olacak; Amerikalı diplomatlar “danışmanlık” yapacaklar. Bunun arkasından, büyük olasılıkla, üç federe devletlik bir federasyon kurulacak: Kuzeyde Kürt, ortada Sünni Arap (Filistin sorununun “halli” için Ürdün’le birleşebilir, denmekte), güneyde Şii Arap (Kuveyt’le birleşebilir, denmekte).
Gülmeyin. Bu “toplumsal terzilik” olayını hem İngiltere aynı topraklarda daha 1916’da denemişti, hem de daha bile önce Nasreddin Hoca var: Alacaklısına garanti verirken: “Korkma, hemen çalı ekiyorum. Milletin koyunları geçerken yünleri takılacak. Onları eğirip satacağım, sana ödeyeceğim”. Alacaklısı da gülünce, “Nasıl, peşin parayı görünce gülersin!”. Daha bile iyisini isterseniz, “Halam nasıl amcam olur” öyküsünü verelim.
Ama burada hepsinden önce sorulması gereken, kurulsa bile bu yönetimin nasıl yönetebileceği. Bir kere, Kürtler açıktan açığa Irak’a ihanet ettiler ve istilacının yanında yer aldılar; diğer iki unsur (Şii ve Sünni Araplar) bunu nasıl içlerine sindirecekler ve Kürtler onlarla ne kadar biraraya gelebilecek? İkincisi, işgalcileri çiçekle karşılayacakları sanılan ama vatanlarını karış karış savunan bu insanlar Amerikan işgal yönetimini ne kadar rahat bırakacaklar? Amerikalı ve İngilizlerin nâhak yere öldürdükleri bunca sivil insanın çocukları, akrabaları, vb. intikam almak istemeyecek mi? Üçüncüsü ve en doğalı, demokrasiye hiç alışık olmayan ve demokrasi ortamı bulunmayan bir Irak, Amerikalıların “demokrasi getirmesi”ne nasıl tepki gösterecek? Federasyon gelişmiş ülkelerde bile zordur ve kaç tanesi dağıldı; burada nasıl işleyecek?
Bütün bunlar, kısa vadede (birkaç yıl) istilacıların işinin kolay olmayacağına işaret ediyor. Daha uzun vadede? Sanırım o daha da zor. Çünkü Amerikan-İngiliz istilacıların ülkeyi resmen talan planları bu saldırının sıcaklığı soğumaya başlayınca çok büyük tepki çekecek. Bu noktayı inceleyebilmek için ilgili bir konuya geçelim: “Irak’ın yeniden inşası”na, yani ABD’nin yakıp yıktıklarının bir miktar düzeltilerek ülkenin yeniden yaşanabilir duruma, ve, ABD’nin bu yarımküredeki üssü haline getirilmesi meselesine. Afganistan’ı harabeye çevirip o vaziyette bırakıverdiler, ama Irak’a ihtiyaçları var.
Bush yönetimi şu anda saldırı için günde 2 milyar dolar harcıyor. Yılda 150 milyar dolar dış ticaret açığı olan, artık yabancı sermaye girişi çok yavaşlayan, bu yılki bütçesi 498 milyar dolar açık vermiş bulunan bir ülke için bu çok büyük bir miktar. Saldırı hemen sonuç verseydi, masrafların 99 milyarda kalacağı düşünülüyordu. Oysa şimdi 10 yıllık süre içinde tam 1,5 trilyon dolardan söz ediliyor; bunu “trilyonlar” olarak hesaplayanlar da var. Bu nedenle, zaten ekonomisi kötü durumda olan ve savaş uzadığı için umduğunu bulamayan Amerika kendinden vermeyi düşünmüyor; başkasının cebinden karşılayacak: 1) Irak’ın petrol gelirleri; 2) Irak’a ait, dondurulmuş banka hesapları. Oysa, bu iki kaynağın her ikisi de resmen hırsızlık. Hem istila edilen ülkenin kaynaklarına el konulması yasak, hem de bizzat kapitalizmin özel mülkiyeti kutsal sayan mantığı buna engel. Daha uzun vadede de, üçüncü bir kaynaktan gelir umuluyor: Irak’ın ulusal petrolleri ABD ve İngiliz çokuluslu şirketlerine peşkeş çekilecek; hırsızlık ve peşkeş’ten başka terim kullanmak isteseniz de çok zor.
Bush yönetimi bunları yapar mı? Hiçbir mantıklı neden olmaksızın Irak’a saldırmak çılgınlığını yaptığına göre, yapabilir. Bir kanadı köktendinci Hıristiyanlardan, bir kanadı Perle ve Wolfowitz gibi petrol ve silah şirketleriyle yakın bağlantılı yeni-sağcılardan, bir kanadı da “politika satmak” için kapı kapı dolaşan think-tank’lerden oluşan Bush yönetiminin Rumsfeld ekibi, bıraksan, Irak biter bitmez Suriye ile İran’a da saldırır (ve özellikle ikinci ülkede, Mart ayı bittiği halde Mart karını görebilir).
Fakat, birtakım fiilî durumlardan ötürü bunları yapabilmesi zor. Herşeyden önce, Irak’ın yeniden petrol üretebilmesi yıllar alacak; oysa onarımın hemen başlaması lazım. İkincisini ise, bir Amerikan karikatürü çok iyi anlatıyor; karikatürler en iyi anlatır: Bush tuvalette oturuyor, ama duvarların her bir karışı, af edersiniz, dışkı bulaşmış vaziyette. Bush tuvalet kağıdına uzanıyor, kağıdın üzerinde BM amblemi…
İşte Bush bunun içindir ki, paçavra gibi yırtıp attığı BM’yi çağırmaktan söz etmeye başladı. Bulaştırdıklarını ona temizletecek. Galiba Alman, Fransız, Rus, Çinlilerin ne denli aptal olduğuna kalıyor iş.
Bir de, 2004’te başkanlık seçimlerine giderken ekonomik durumu ciddileşen Amerikan halkının, sosyal güvenlik sistemi kalmamaya doğru giden bir ülkede ne tepki vereceğine. Tsunamiler gibi yükselecek bireysel terörü, Arap ve Filistin milliyetçiliğini, anti-Amerikanizmi, hatta anti-kapitalizmi, anti-küreselleşmeyi saymadan.