Baskın Oran

Aleviler de bölücü sayıldı ya, pes!

Benim ihtiyar ve gerçekten çilekeş Cemile teyzem ben çocukken azdıkça, o güçsüz ve bağırdıkça tükenen sesiyle inlerdi:

“Ko (dur) dedikçe ziyana gidiyon oğlum, dur artık!”. Ko’mazdım ve iki dakikaya varmaz mutlaka düşer, bir taraflarımı paralardım. Türkiye “ko” dedikçe ziyana gidiyor. Bunun sonu iyi değildir.

AB’ye söz verdiği kısa vadeli reformları tamamlayabilmesi için 1 ayı kalmış Türkiye, bunları çıkarmamak için aslanlar gibi direnmesinin yanı sıra, gittikçe daha da gerilere gidiyor. 19 Şubat tarihli Cumhuriyet,  çocuklarına Kürtçe ad verenlerin Ankara’ya ihbar edilmesinin İçişleri Bakanı tarafından istendiğini yazıyor ki, herkes bu inanılmaz engellemenin tarihe karıştığını sanıyordu. 11 Şubat tarihli Radikal, kan davalı aileleri barıştıran Adana Küçükdikili Belediye Başkanı Mehmet Yaşık’a DGM’de dava açıldığını yazıyor. Gerekçe, “PKK’nın 1996’da aldığı, aileler arası sorunları çözme emrine uygun hareket” etmiş olması…

Şimdi de Alevi-Bektaşi derneğinin bölücülük olmasın diye Ankara 2. Asliye Hukuk tarafından yasaklaması çıktı başımıza. Yahu, Yasamasıyla, Yönetimiyle ve Yargısıyla niye ko dedikçe ziyana gidiyor bu memleket? Mecbur muyuz buna? Mevcut sorunlar ve düşmanlar yetmiyor mu ki yenilerini yaratıyoruz? Bugüne kadar laik Cumhuriyet’e hiçbir sorun getirmemiş Alevilere bu hangi mantıkla yapılır?

* * *

(Baskın, sakin ol. Rahmetli Cemile teyzeni hiç olmazsa 56 yaşına gelmişken biraz dinle. Ko, biraz. Sonra kalkarlar, şu memlekette yapılacak hiçbir iş kalmamış gibi “devletin manevi şahsiyetine hakaret”ten ve de ayrıca “devam etmekte olan bir davaya müdahale”den dava açarlar; işin yoksa uğraşırsın. Sende bunu başka yollardan anlatacak malzeme vardır).

* * *

Lâ havle ve lâ kuvvete. Başa sarıyorum. Ama önce biraz ders yapmamız lazım. “Yine mi?”  diyen burada bırakabilir.

“Kimlik” kavramı birçok açıdan sınıflandırılabilir. Burada bizi ilgilendiren, kimliğin Üst Kimlik/Alt Kimlik biçimindeki ayrımıdır.

Üst Kimlik, bireyin vatandaşı olduğu ülkeyle ilgili toplumsal kimliğidir, o ülkenin temel ideolojisinin işaret ettiği kimliktir. Örneğin, Suudi Arabistan’da “Müslümanlık”tır, Türkiye’de de “Türklük”tür. (Bu Türklük’ü, asla ve kat’a soy biçiminde değil, “Türkiyelilik” biçiminde anlamalıdır. Yoksa Türklerin yanı sıra Abhaz, Ermeni, Yahudi, Kürt, Rum, Çerkes vs. gibi çeşitli soylardan oluşan bu millet havaya uçar).

Alt Kimlik, insanın içinde doğduğu alt gruba ilişkin kimliktir. Bir insan “A” etnik veya dinsel kimliğinde doğmuşsa, reddeder veya kabul eder ama, onun alt kimliği A’dır. Abhaz, Rum, vs. kimliği gibi.

Bireyin kendi alt kimliğini koruması ve açıkça ifade etmesi kadar doğal bir durum olamaz. Ama alt kimliğini korumanın yanı sıra aynı zamanda ülkenin üst kimliğini de kabul etmelidir. Yoksa büyük sorun çıkar ve mesele iç savaş gibi travmatik durumlara kadar gidebilir.

Diğer yandan, üst kimliğin bütün bireyler tarafından benimsenmesini istemek devletin hakkıdır. Çünkü aksi halde ortada millet ve devlet kalmayabilir. Ama bunun karşılığında devlet, bireylerin alt kimliğini serbestçe ifade etmesine her türlü olanağı tanımalıdır, aksi halde en temel insan haklarının ihlal edilmiş olacağının yanı sıra, vatandaşlar “gönüllü vatandaş”tan “zorunlu vatandaş” haline dönüşeceği için millet ve devlet fevkalade zayıflar.

* * *

Şimdi, laik cumhuriyetin kuruluşundan bu yana üst kimliği hiçbir biçimde sorgulamamış, tam aksine onun daima yanında olmuş bulunan Alevileri, kalkıp da böyle itmenin, böyle yabancılaştırmanın alemi var mı?

Üstelik, muazzam önemli bir mesele daha varken:

Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılıp da Diyanet İşleri Başkanlığının (DİB) kurulduğu Mart 1924’te eğer bu işin kitabı olsaydı da, DİB’in kuruluşuna Aleviler de dahil edilseydi, biliyor musunuz ki bugün laiklik konusunda çektiğimiz sıkıntıları çekmezdik?

Çünkü, Ortaçağ boyunca din’in devlet’i denetim altında tuttuğu Avrupa’da, belli bir tarihten sonra devlet, hiçbir sorun kalmayacak biçimde din’i kesin ve sürekli biçimde denetime alabildiyse, bunu büyük ölçüde, karşısında monoblok (tek parça halinde, kaya gibi) bir din olmaması sayesinde yapabildi: Devlet’in karşısındaki din, Katoliklik ve Protestanlık biçiminde ikiye ayrılmıştı.

Türkiye’de ise DİB, yalnızca sünni inancı temsil eder biçimde kuruldu. Bu durumda, kendisine Bizans’tan ve Osmanlı’dan din’i sürekli biçimde devlet’in pençesi altında tutma geleneği miras kalmış olmasına rağmen Kemalist devlet, Müslümanlığı karşısına böyle monoblok biçimde alınca, laiklik konusunda büyük sorun yaşadı ve yaşamaya devam ediyor  ve yaşamaya devam edecek.

Bütün bu işler böyleyken, Yasama, Yürütme ve Yargı sanki el ele görev bölümü yapmış biçimde ko dedikçe ziyana gidiyorlar. Artık, hangisinin bu millete ve bu devlete daha fazla zarar verdiğini varın, siz hesap edin. Benim Latince’m buraya kadar.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı