Baskın Oran

Paris’te Nichon Paşa ve Mehmet Michel’le dokuz gün

Paris’te dokuz gün kalmak eminim pek hoşunuza giderdi. Feyhan’ın da gitti. Dokuz gün “Işıklar Kenti”ni sokak sokak, kahve kahve dolaştı. Kestirmeleri bile öğrendi. Yazarınız ise pek o kadar yararlanamamıştır efendim, çünkü dokuz gün boyunca sabahın sekiz buçuğundan akşamın altısına kadar “ders” görmüştür: “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası”, yani bir anlamda Avrupa Ordusu dersi.

Uzatmadan, bu Paris daveti işinin neyin nesi olduğu hakkındaki yorumumu söyleyeyim:

Almanya AB’de başını almış, gidiyor. Kendi kesin etkisindeki Doğu Avrupa ülkelerinin girmesini garantiye aldıktan ve Avro’yu da (Euro’ya böyle demek gerektiğine katılıyorum) devreye soktuktan sonra iyice sivrildi. Bunun karşısında Fransa’nın bişeyler yapması lazım. O da kendi avantajlı tarafını vurgulamaya çalışıyor: Akdeniz havzasındaki müttefiklerinin ve eski sömürgelerinin desteğini sağlamaya yönelik çabalara girişiyor. Olay, bu.

Girişsin. Bir itirazım olamaz bir Türk olarak. İki nedenden ötürü: Birincisi, AB’de İtalya, İspanya, Fransa gibi Akdeniz ülkeleri Türkiye’nin bir tür doğal müttefiki. İkincisi, şu anda hem Türkiye’nin hem de tüm dünyanın en acil ihtiyacı, hegemon güç ABD’nin bu gemi azıya almışlığının bir biçimde dengelenebilmesi olayı. Bunun hemen yapılması mümkün değil, AB de bunu yapacak güce henüz sahip değil ama, bir challenger ortaya çıkacaksa bunun öncelikle AB olacağı ve bunun için de bir bağımsız askerî güce sahip olmasının gerektiği kesin.

* * *

Şimdi size kalkıp da neler konuşulduğunu anlatsam, haklı olarak sıkılırsınız, çünkü (silahlardan nefret eden ve bu yüzden de güvenlik-savunma konularına hayatta bir türlü ısınamamış olan) bendeniz de sıkıldım.

Ama çok da ilginç şeylerle ve insanlarla karşılaşmadım değil. Bunların başında da, bizim komitenin düzenleyicisi, çakı gibi bir emekli general geliyor: Jean Nichon. Olağanüstü hoşsohbet, esprili, çok şık giyinen, çok kültürlü ve de muazzam matrak bir asker. İlk karşılaştığımızda sordu: “Sen benim soyadımın argoda ne anlama geldiğini biliyor musun?” (üzerinize afiyet, mezkur kelime “uç” anlamına gelmekte; meme ucu). Tüm kariyeri lejyoner olarak Afrika’da geçmiş. Yine ilk tanıştığımızda patlattı: “Askerim, ama darbeci cinsinden değil. Sadece, başkalarının darbelerini yaptım, o sayılmaz; Mobutu’nun falan!”. Şu sırada karısının Fransa’nın orta yerindeki 230 nüfuslu köyünde belediye başkanı seçilmiş bulunan Nichon Paşa’nın, bombalanan bir araba yüzünden bir kulağı biraz ağır duyuyor olmakla birlikte, her iki kulağının de fevkalade kesik olduğu kuşku götürmez. Size kendisinden ileride epey bahsedeceğimi sanırım, mesela beni bir Türk lejyonerle tanıştırdı, “Gel sana rektifiye bir Türk tanıştırayım” diye, onu iki satırla vereyim, şimdilik idare edin.

Afyonlu Mehmet’in (Michel diye çağırıyorlar), bizim Nichon Paşa’nın deyimiyle “rektifiye” kategorisinde bulunmasının sebebi, sonradan Fransız vatandaşı olan yabancıların jargonda bu matrak isimle anılması. Bütün ailesi Dinar depreminde öldükten sonra yetiştirme yurtlarında kalarak kendini büyütmüş. Askerdeyken Kıbrıs harekatına katılmış, postu deldirmeden kurtulmuş. Ama yarım kalan bu işin, iki yıl süren İTÜ öğrenimi sırasında iki taraftan gelen kurşunlar yüzünden tamamlanması olasılığı karşısında kalkıp Avrupa’ya gitmiş. Kaçak çalışırken, Fransız Lejyonuna girmiş. Beş yıl sonra vatandaşlığa da kabul edilmiş. Yirmi yıl sonra emekli olmuş. Şimdi bizim kursun yapıldığı, ünlü Ecole Militaire içinde yer alan Ulusal Savunma Yüksek İncelemeler Enstitüsünde (IHEDN) çalışıyor ve Türkiye’ye gelip yerleşmek için ikinci emekliliğini bekliyor.

Mehmet Michel Fransız vatandaşı olmuş ama, karşılaştığımızda boynundaki altın kravat iğnesine gözüm takıldı, vallahi “İzindeyiz” yazıyordu. Müthiş Atatürkçü bir arkadaş. Az  biparça da uçuk, üzerinize afiyet. Fransızları korkutmak için ikide bir yerli yersiz sorarmış: “Bombalanacak araba falan var mı? Kesilecek tavuk var mı?” Bir de, o gün yoktu ama, yakasına Fransa’daki Kralcıların simgesini takıp da öyle geziyormuş, Fransız parlamentosunda Ermeni tasarısının geçmesi üzerine Fransızlara “çok gıcık olduğu” için. Gelecek hafta daha önemli bişey çıkmazsa anlatmaya devam ederim dokuz gün Paris’i.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı