Baskın Oran

3 F’nin bizdeki sonucu…

“Futbol, Maganda ve Devlet”den sonra üç hafta içinde ikinci defa futbol üzerine yazı yazmak benim için tek kelimeyle fantastik bir olay, çünkü (şimdi anlatması uzun sürer) futbolla zerre kadar ilgilenmiyorum. Feyhan’la (eşim) hayatta anlaşamadığımız tek ama tek konu da bu zaten.

Yine Feyhan’ın evde Neyran’la (kızımız) konuşmalarından öğreniyorum, bir süredir futbol sahaları yine karıştı. Federasyon’un saha kapatmadığını gören taraftarlar basıyor maytabı, taşı, eline ne geçirirse onu. Bu yazıyı yazmak için arka sayfalarını da okumak zorunda kaldığım gazetelerden öğreniyorum, son olarak Konya Endüstrispor, Diyarbakır’daki olaylar üzerine maça çıkmayı reddetti.

Acaba bunun suçlusu, gazetelerin yazdığı gibi, yeniden seçilmek uğruna idare-i maslahat yoluna gidip saha kapatmaktan korkan Futbol Federasyonu başkanı mı?

* * *

13 Mayısta İstanbul’da Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsünün düzenlediği “Sivil Toplum ve Milliyetçilik” açıkoturumu var. Beni de konuşmak için çağırdılar. Tartışacaklarımız arasında, otuz yıllık Mülkiye hocalığım sırasında mezun olan en özgün kafaların başında gelen Tanıl Bora’nın “Türkiye’de Futbol ve Milliyetçilik” adlı araştırması de var. Tanıl, futbolun “milliyetçileştirilmesi” evrelerini anlatıyor. Sistemleştirerek ve ufak ekler yaparak bir kısmını özetlersek:

1) 60’lara kadar futbol, ülkenin modernleşme hedefiyle uyumlu olarak, Türkiye’de “katılmak” ve “uygar dünya sahnesine çıkmak” biçimde algılanmıştır. Bunda, henüz o dönemde (iç göçün önemsiz olması nedeniyle) popüler kültürün pek gelişmemiş olmasının rolü de büyüktür.

2) 60’lardan itibaren Kıbrıs sorunundan aldığı gazla alevlenen bir şovenliğe bürünen futbol (67’deki AEK-Fenerbahçe maçı), özellikle 80’lerden itibaren saldırgan milliyetçiliğin en sivri dışavurum biçimlerinden biri haline gelir. 12 Eylülcülerin yarattığı “milli birlik ve beraberlik” havası içinde Kürt milliyetçilik hareketine karşı bir “refleks” olarak desteklenir.

3) Silahlı Kürt milliyetçiliğinin (PKK) başarılı olduğu 90’ların ilk yarısında çok anlamlı bir gelişme görülür. Daha önce yalnız milli maçlarda okunan İstiklal Marşı, 91-92 kışından itibaren 3. Lig maçlarında bile âdet olur ve 92’de resmî seremoniye dahil edilir. (bilinen bir ters-orantı kuralıdır: bir ülkede ulusal bilinç ne kadar sallantıdaysa, ulusal simgeler o kadar gözlere sokulur).

“Aboneyiz abone/PKK’yı s..meye!” gibi zarif sloganların başladığı, “gollerin şehit analarına ve Mehmetçik’e armağan” edildiği, güneydoğuda Kürt göstericilere karşı kullanılıyor diye askerî yardımını askıya alan Almanya’nın Eintracht Frankfurt takımına “Almanya-PKK omuz omuza/Türkiye koysun iki domuza” diye bağırıldığı bu ortamda, halkın spontane tepkisinin yanı sıra, üç teşvik edici başaktör söz konusudur: reytingci medya, milliyetçi devlet, ve kurnaz MHP.

Bu sonuncu aktör, 70’lere kadar futbolu horladığı (ve hatta kimileri “günah” saydığı) halde, bu dönemde birdenbire keşfeder ki üç hilalli bayrağı ve kurt işaretini sallamanın en etkili yeri tribünlerdir. Fenerbahçe bile MHP’li Sazak ailesi aracılığıyla (Başkan Güven Sazak) bu kuşatmadan nasibini alır. Bununla birlikte, (MHP’li gençlerin bu işin şeyini çıkartmaları sonucu) yükselen apolitik taraftar tepkisi üzerine 90’ların ikinci yarısında bu olay mecburen marjinalleşecektir. Yine de, maç sonralarında sahneden eksik olmaz: Sokaktaki “kutlama şenlikleri”nde “zafer kornası” çalmayanlar “PKK’lı mısın ulan!” diye tartaklanır.

4) (PKK’nın 90’ların ikinci yarısında yenilmesine paralel olarak) bu sefer devlet bişey keşfeder: Doğudaki takımları destekleyip 1. Lige çıkartmak yoluyla bu yörelerin halkını ulusal entegrasyona dahil etmek!

(Kısa zamanda kayak -Palandöken-, hipodrom -Urfa-, diskotek -Diyarbakır-, baraj göllerinde su kayağı ve özellikle de “Burası burası olalı, böyle zulüm görmedi!” esprisini ulusallaştıran CSO konserleri gibi çeşitlemelerle zenginleştirilecek olan bu çözüm sayesinde) Diyarbakırspor O-hal Bölge Valisi Ünal Erkan’ın büyük desteğini alır. Ama hem güçlü bir “halk takımı” geleneğine sahiptir, hem de Yeşil-Kırmızı renkleri Kürt ulusal renklerini çağrıştırdığı için başka illerde “Kahrolsun PKK-Teröristler Dışarı” diye tepki alır.

Vali Mahmut Yılbaş’ın KİT bütçelerinden desteklediği Vanspor ise daha şanslı çıkar. Hiçbir takımı tutmayan Emin Çölaşan “milli mülahazalarla” Vanspor’u desteklediğini yazar. “21. Jandarma Sınır Tugay Komutanlığı Vanspor’a 1. Ligde Başarılar Diler”. Ama bu sefer de tepki eksik değildir: Sarıyer yöneticileri, bu “politika”nın kendilerinin 1. Ligden düşmesine yol açtığından fena halde yakınmaktadırlar. Buradan dönüyoruz, Konya Endüstrispor’un Diyarbakırspor’u suçlayarak maça çıkmayı reddetmesi olayına.

Şimdi, kendisini hiç tanımam ve zerre kadar umurumda da değildir ama, Futbol Federasyonu başkanı her kim ise, o zat-ı muhteremin oy endişelerinden mi ibarettir bunca patırtı, yoksa diktatör Salazar’a atfedilen: “Ben bu ülkeyi 3 F sayesinde 36 yıl dırıltısız yönettim: Fado (Portekiz arabeski), Fiesta, Futbol!” çözümünü biz mi beceremedik?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı