Baskın Oran

Düşe kalka; ama gider artık

Mülkiye’deki derslerimden biri de, son sınıfta pazartesileri yaptığımız 4 saatlik Uluslararası Güncel Sorunlar. Her yıl, dünyayı genellikle Türkiye’yi de özellikle ilgilendiren uluslararası konuları seçiyoruz (bunun için önceden öğrencilerle anket de yapılıyor), sonra “Bu konuyu en iyi kim verir?” diye hoca düşünüyoruz. Bu yıl, bir kısmını benim verdiğim tam 24 konu anlatılmakta.

Son dersi Gökçen Alpkaya verdi: Türkiye’de İnsan Hakları ve Dış Politika. Söylediği iç ezici şeyler arasında bir de parıldayan umut vardı: “1998’den beri insan hakları ihlallerinde bir düzelme ve bunun sonucu olarak dış baskılarda bir azalma var”. Sonra, bu çok önemli saptamanın nedenlerini çocuklarla tartıştık.

Her şeyin güllük gülistanlık olduğuna ilişkin bir sonuç kesinlikle çıkmadı dersten. Örneğin, Türkiye’deki insan hakları ders kitabını Hacettepe’den Prof. İoanna Kuçuradi düzenlemişti ve Kuçuradi hem kadın hem de daha önemlisi Rum kökenli olduğundan, bu çok umut verici bişeydi. Ama arkasından, kitabın sonuna büyüklerimiz yüzde 40 oranında “devletin bölünmez birlik ve beraberliği” parçaları monte etmişlerdi. Hepsi bu olsa iyi. Devletin pek yüksek yerlerinden biri kalkmış, “Bu yabancı adamı da nereden bulmuşlar, Türk yok muymuş bunları yazacak?” diye sormuştu (yani, Allah selamet versin -yaşlı babam sinirlenince küfretmemek için böyle derdi-, bunu soran büyüğümüz İoanna’yı erkek ve yabancı uyruklu sanıyordu…).

“Hiç dağa çıkıp yankı yaptırdınız mı?” dedim çocuklara, “Bir söyler, bin tane cevap alırsınız. Ama her seferinde şiddeti azalarak. Türkiye’de de artık olumlu şeyler oluyor, karşıdan yüzde 40 tepki geliyor, 30’a, 20’ye düşüyor, belki birara 50’ye bile çıkabilir, ama 5’e düşüyor, 3’e düşecek ve bir gün gelecek, gazete haberi olmaktan çıkacak. Yani düzelecek. Toplumsal gelişmeler böyledir. Düşe kalka, tepki göre göre gider. Ama, gider. Bunu bilirseniz, moralinizi güçlü tutarsınız ve yılmazsınız”.

* * *

Şimdi gelelim, 98’den sonra işlerin niye biraz düzelmeye başladığına. Dış baskılar düzelmeyi izaha yetmiyor.

Bana kalırsa düzelme 98’den önce başladı. Çünkü 97’yle birlikte, Türkiye’deki reformist anlayışa çelme takan iki büyük güç odağı, büyük burjuvazi ve ordu çok radikal biçimde tutum değiştirdi. Önce bunun kilometre taşlarını anımsayalım:

1) Ocak 97’de 1 numaralı büyük burjuvazi kuruluşu TÜSİAD, solcu profesör Bülent Tanör’e hazırlattığı “Türkiye’nin Demokratikleşme Perspektifleri” raporunu açıkladı (gerçi bizzat kendi içinden gelen tepkiden bile korkup bir süre geriledi ama, “düşe kalka” dediğim de aynen bu, zaten).

(Aslında bu raporu haber veren bir başka rapor, bir başka solcu profesör (Doğu Ergil) tarafından, burjuvazinin bir başka büyük kuruluşu için Ağustos 95’te hazırlanmıştı: “Doğu Raporu”).

2) MGK (yani ordu) 28 Şubat 97’nin ardından bir de Kasım 97’de bir Siyaset Belgesi yayımlayarak, o zamana kadar görülmemiş radikallikte değişik şeyler söyledi: Kamusal alana kaymamak koşuluyla mahalli ve kültürel özellikler geliştirilmelidir; ırkçılık ve ülkücü mafya devlete bir tehdittir.

3) 98 ve 99 boyunca TÜSİAD’cılar tutumlarını artırarak sürdürürken, o zamanki Anayasa Mahkemesi Başkanı Necdet Sezer Nisan 99’da, Yargıtay Başkanı Sami Selçuk da Eylül 99’da çok radikal bir üslupla demokrasi ve insan hakları istediler.

4) Farkında mısınız, daha bu hafta Genelkurmay muazzam bir adım daha attı: İdamın kalkmasını ve 12 Eylül yasalarının yargı denetiminden geçmesini istedi. MGK’de sivil üyelerin artması talebiyle birlikte.

Tamam; Türkiye’de demokratikleşmenin para ve silah sahiplerine kalmış olmasının ne kadar “iç açıcı” sayılacağı apayrı bir mesele. Ama bir saptama yapıyorsak, bunlar, daha üç yıl önce delinin aklına gelmeyecek gelişmelerdi. Bugün oluyor.

* * *

Neden oluyor? İki şeyden:

1) Büyük Burjuvazi ve Ordu 2K korkusundan kurtuldu: Komünizm ve Kürtçülük.

2) Türk büyük burjuvazisi küreselleşmeye eklemlenip para kazanabilmek için insan haklarının gelişmesinin bir ön koşul olduğunu anladı. Daha 70’lerde Komünizmle Mücadele Derneklerini desteklemiş ve 78’de tam sayfa ilanlar vererek sosyal demokrat, bağımsızlıkçı ve bağlantısızlıkçı hükümeti düşürmüş olan TÜSİAD’ın Başkanı Erkut Yücaoğlu’nun 99 yılında “İnsan hakları yoksa ticaret de yok”, Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Bülent Atuk’un da “Demokrasi olmadan tişört satamayız” demesi, bundan işte. Yine bu hafta Cumhuriyet‘de Emre Kongar’ın da söylediği gibi, Necdet Sezer’in cumhurbaşkanı seçilmesini bu sürecin son baklası olarak görmek hiç de anlamsız değil.

Bir şey daha söyleyeyim mi? Büyük burjuvazi ve askerler 2K korkusundan kurtulunca, bu korkuların bu denli güçlü olmadığı dönemlerde hiç akıllarına getirmedikleri bir demokratikleşmeyi hızla düşünmeye başladılar. İşte, “Hazret-i Diyalektiğin Azizliği” denen şey asıl bu olsa gerek.

Tamam, her şey bu kadar pürüzsüz gitmeyecek, düşe kalka gidecek, bir sürü aklı evvel bir sürü çomak sokacak ama, gidecek bu artık.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı