Baskın Oran

2004 çok güzel olacak…

Âdettendir; yeni yılın ilk yazısı yeni yıl üzerine olur; âdeti bozmayalım.

2003 rezil bir yıl oldu, 2004 çok güzel olacak. Hazret-i diyalektik emrettiği için söylemiyorum. Göreli olarak da söylemiyorum. “Emareler belirdi” de onun için konuşuyorum. Sancılar arttı. Sancılar “beş dakka sancıları” haline geldi.

1920’lerde nasıl kurulduysa öyle durmayı marifet sayan ulus-devlet nihayet dönüşmeye başladı da onun için ilan ediyorum.

“Ulus-devlet” deyince hemen tanımlamak lazım ki, bu kavramı “üniter ve bağımsız devlet” biçiminde anlayan ve anlatanların saptırma çabaları boşa çıksın:

İç politikada: Bir etnik grubun kendini “ulus” ilan ederek bütün diğerlerini asimile etmesini temel direk yapan ve bunun adını da “birlik ve beraberliği korumak” koyan devlet türü. Her konuda “NevzatTandoğancı” devlet türü. Kürtleri “Dağ Türkü”, Ermenileri “Orman Türkü” (“Ormanî”) sayan devlet türü (bu ikincisi tabii ki şaka: Prof. Kadir Cangızbay’ın inanılmaz kalitede bir şakası; ama yarı-ciddi bir şaka! Bkz. Agos, 6 Haziran 2003).

Dış politikada: Bilumum komşu ülkelerle çatışmak yüzünden sayısız cephe açan, sonra “bütün komşularımız bize düşman” diyerek bunun adını da “tam bağımsızlığı korumak” koyan devlet türü.

İşte bu devlet türü dönüşüyor. Dönüşmüyor; resmen metamorfoz geçiriyor. Tırtıldan kelebek doğuyor. Ama dışarıdan baskı sonucu, ama değil; önemli olan bu metamorfozdur. Zaten, itiraf edelim, Batı etkisi/baskısı olmadan hangi çağdaşlaşmaya giriştik? Tanzimat’tan Atatürk’e tüm reformlar Batı’yı getirmek değil de neydi?

Dönüşüyor, çünkü ırmağa karşı kürek salladığı için geçen her dakika aleyhine işliyor. Artan rahim kasılmaları bu dönüşümün sancıları. Kolay değil; seksen yıllık devlet kabuk atıyor…

* * *

Kabul; bu devlet iç politikada 2 adım ileri 1 adım geri atıyor. Ama 2’den 1 çıkınca yine de 1 kalıyor.

Evet, bu devlet, hırsını Malatya’da hu çeken on beş garip Aczmendiden alıyor ve Emniyet Müdürünün deyişiyle “Duyarlı bir vatandaşımızın bize yaptığı ihbar sonucu” (Radikal, 6 Ocak) gerçekleştirilen bu “şok baskın” neticesinde “bazı kitaplar”a el koyuyor hâlâ. İhbar şu: “Sarıklı cüppeli kişiler bir eve giriyorlar!

Evet, bu ülkede evini kırmızı, sarı, yeşil’e boyatan Hakkarili Yusuf Çiftçi’yi savcılık DGM’ye verebiliyor hâlâ (Milliyet 6 Ocak).

Ama hepsi çatır çatır beraat edecek. Artık gayrimüslimler çocuklarını kendi okullarına göndermek için gayrimüslim olduklarını ispat zorunda kalmayacak. İsteyen, artık kafa kağıdının “din” bölümünü boş bırakabilecek (Radikal, 6 Ocak). Artık tutuklanan sanığın yakınına haber vermekle yükümlü polisin adı, sicili ve imzası tutuklunun imzasıyla birlikte alınacak (Cumhuriyet, 4 Ocak).

Tabii, burada da ne ayaklar direnecek ama, direnemeyecek duruma gelmesi artık kaçınılmaz. Deniz bitti.

* * *

Dış politikadadır asıl dönüşüm. Çünkü dış dinamik iç dinamikten daha güçlü. “Kırmızı çizgi”lerin komşuları değil Türkiye’yi kısıtladığı anlaşıldı. Tehdit değil, uzlaşma arıyor artık Türk dış politikası.

Montreux’ye aykırı Boğazlar Yönetmeliği inadı bırakılıyor, 140 milyon dolar (1 banka hortum maliyetinin kimbilir kaçta kaçı sefil miktar!) verip kurulan radar sistemi sayesinde (Radikal, 31 Aralık 2003) Rusya ve Karadeniz ülkeleriyle çatışma bitiriliyor.

Akdeniz ve Karadeniz karasuları 12 mil olan Türkiye, Ege’de Yunanistan’ın 6 milin ötesine karasuyu uzatmasını “savaş nedeni” sayarken, şimdi belli noktalarda iki ülkenin de 10 mile uzatmasını imzalamak üzere. Böylece Yunanistan ve AB’yle çok önemli bir sorun bitiriliyor.

Dışişleri, tabu konusu Kıbrıs’ta, nihayet, düzeltilmiş bir Annan Planının tek çıkış olduğunu kabul ediyor. Genelkurmay, 19. yüzyılı okuturken okuttuğumuz jeopolitik teorilerden “falanca yerin savunması filanca yerden geçer” önermesinde tek başına kalıyor. “Çözümsüzlük çözümdür” saçmalığı terk edilerek Türk dış politikasındaki en büyük yıkıntı imara açılıyor.

“Kürt parlamentosunu askerle dağıtırız” veya “Musul’un girişi kırmızı çizgidir” bölgesel kabadayılığı, “Kürtler federasyonu etnik çizgilerle saptamasın” mantıklılığına dönüştürülüyor.

Ermenistan’a nihayet bir gümrük kapısı açılacak ve bu kapıdan “Ermeni Tasarıları” denen heyulanın bitişi de defile yapacak.

* * *

AB bizi yine de almayacaktır!” Umurumdaydı kardeşim alması. Çok umurumdaydı. Aile terbiyem olmasaydı daha neler der idim. Benim için iki şey önemli ve onlar oluyor:

İç politikada Türkiye kendi insanına insan muamelesi yapmaya başlıyor. Bunun sonucunda hem ulusal birlik güçlenecek, hem de dışarıdan müdahale bahanesi asgariye inecek.

Dış politikada Türkiye bin tane cephede savaşmayı bırakıyor. Bunun sonucunda, elhak pazusunun hakkıyla kazandığı “Kavgacı Türkiye” imajını silecek ve asıl yaşamsal cephelerde güçlenebilecek. Üstelik, 17 Ekim 2003 tarihli Agos’ta sözünü ettiğim sarkaç artık “milli güvenlik devleti”ne değil, “insan hakları devleti”ne doğru salınacak ve bu da ulusal birliği güçlendirecek.

Tekrar ediyorum: Bunlar AB’nin zoruylaymış, değilmiş, sanki umurumdaydı veya bunun ince sesli versiyonundaydı…

Önemli olan, hata yapa yapa artık hata yapamayacak duruma geldiğimizin anlaşılmasıdır. Hatice değil, neticedir: Ulus-devletin çokkültürlü devlete dönüşmesi sancılarının “beş dakkalık” hale gelmesidir.

Demek ki, bu memleket büyük memlekettir diyenler haklıymış. Daha tabii ki yolumuz var ama, kutlu olsun efendim.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı