Baskın Oran

Üniversitenin vurbe’leşmesi

Ben Mülkiye’de okurken,  (sanırım) Milliyet gazetesinde Al Capp’ın bir çizgi romanı vardı: Hoş Memo. Çizeri ölünceye kadar,  tüm dünyada en dikkat çeker yapıtlardan biri olarak sürüp gitmiştir.

Bu  Hoş Memo’nun çeşitli karakter türleri arasında, bir de Vurbe’ler vardı. Bu Vurbe’ler kısa boylu, tombul yaratıklardı. Yalnız, en büyük özellikleri, kıçlarında eşmerkezli yuvarlaklar bulunması ve bu merkezin de, önüne her gelenin tekme atacağı yeri işaret etmesiydi.

Son ortaya çıkan Üç Rektör rezaleti vesilesiyle üniversitenin bugünkü halini düşününce, aklıma bu Vurbe’ler geliyor. Benim 1969’da büyük hevesle asistanı olduğum, o zamanların büyük prestij sahibi bu kurum, bugün artık hükümetlerin bir Vurbe’si olmuş durumdadır. İşin acı tarafı, bu Vurbe’liğin esas nedeni, daha önce sözünü ettiğim durumlardan çok, YÖK düzeninin üniversiteyi bugün getirip attığı  ve üniversitenin de mayışarak benimsediği noktadır.

Üniversitenin içinde olsanız, şunları görürsünüz:

Kitaplık rafları bomboş.  Öğrencilerin derslerde soru sormaları ve İstanbul Hukuk gibi yerlerde hocaların koridoruna adım atmaları yasak. “Edebiyat Kulübü” kurmak, siyasal parti kurmaktan zor. Bazı senatoların tek derdi, hangi hükümet veya özel sektör kodamanına Onursal Doktora verelim de yağ çekelim sorunu. (“Azgelişmiş” taşra üniversitelerinde ise ufak bir variasyon yapılıyor, Nur tarikatının öndegelen isimlerine ve emekli müftülere Onursal Doktora veriliyor). Hocaların çoğunun dışarıda birden fazla işi var. Tabii, dersleri ya boş geçiyor, ya da sübyan asistanlar girmeye zorlanıyor, bu derslerin paralarını da gene bu profesörler alıyor. Dekanlıklar bunlara göz yumuyor. Üniversitesinden dört yüz elli kilometre uzaklıkta oturan ve tam gün maaş alan profesörleri de anlatayım mı?

Bakın, size açık açık söyleyeyim, bunları sadece “Holding Profesörleri” yapıyor değil. İşin rezaleti de burada zaten. Bu artık veba gibi yayılmış durumda. Bazı profesörler, bu düzene diklenmeye çalışan hocaları pire gibi ezmeye çalışıyor. Gerekirse, bildiğim isimleri teker teker  vereceğim: Bu baş kaldırmaya çalışanlar asistan alma jürilerine konmuyor. Konmak zorunda kalınırsa, kağıtlar onlardan kaçırılıyor. Sorular, onlar yokken saptanıyor ve emrivakiyle soruluyor.

Bu kişilerin dersleri ellerinden alınmaya çalışılıyor. Anabilim dalında tek öğretim üyesi olmaları durumunda otomatik olması gereken başkanlıkları binbir düzenekle engelleniyor. Engellenemeyecek duruma gelirse, o anabilim dalına başka dallardan acele doçent ve profesör kadroları aktarılıp, üstlerine daha kıdemli (ve, daha yumuşak başlı) öğretim üyesi getirilmek isteniyor. Tekrar ediyorum, bütün bunları, gerekli gördüğüm ve bu tür adamlar için en acıtıcı olacağını düşündüğüm bir tarihte isimleriyle açıklayacağım. O zaman, üniversitede “solcu” diye bilinen kişilerin bile bu utanılası ortamda neler yaptığını herkes öğrenecek. Milli Güvenlik Kurulu’nun üniversitelere gönderdiği gizli genelgede Kürt kökenlilerle ilgili olarak Md.7’de sözü edilen  hususlara bu “solcu”ların nasıl itaat gösterdiklerini herkes öğrensin.

Bakınız: Ben üniversiteye 1969 yılında girdim. Bu tarih, bu yazıyı okuyanların çoğunun henüz doğmamış olduğu bir tarihtir. Atıldığım sekiz yıl dışında hep üniversite hocası oldum. Son zamla birlikte aldığım maaş, iki çocuk okutan benim gibi birine ancak on gün yetiyor. Bir on gün de, eşimin geliriyle geçiniyoruz. On gün açığım var. Yani, utanarak söylüyorum, bunca yıllık hizmetten sonra geçinemiyorum. Ama, boykot, direniş, bildiri, protesto vb. türden eylemlere ömrüm boyu çok yatkın olduğum halde,  sırf maaşımın artması için getirilen bildiriyi imzalayamıyorum. Böyle entrikaların çevrildiği bir üniversitenin hocası olmak yüzünden kıpırdayamıyorum. Ne hakları var beni bu duruma mahkum etmeye?

Son sözüm, sevgili öğrencilerime. Ben üniversite öğrencilerinin düzenledikleri açık oturumlarda kalkıp da, “Üniversite ancak metropollerde olur. Taşrada üniversite olmaz. Yoksa, taşra çağdaşlaşmaz, üniversite köylüleşir. Taşrada, çok  gerekli durumlarda, ancak meslek yüksek okulu açılabilir” dediğim zaman, sevgili öğrenci kardeşlerime pek ters gelmiştir. Bunları Aydınlık’ta yazdığım zaman, genç olduğunu tahmin ettiğim birisi faks çekip protesto etmiştir.

Buyurun, bir daha söylüyorum, Çanakkale’de üniversite açın da, İlahiyat Fakültenize kavuşun, veya “Şanlı”Urfa’da açın da, eski Şanlıurfa Müftüsü Halil Efendi’ye Onursal Doktora versinler. Taşrada üniversite açmanın, taşra esnafını ihya etmek ve zaten rezil bir durumda olan “üniversite”yi,  pabuçlarını apartman dairesinin dışında çıkarıp bırakır hale getirmek olduğunu artık görmeye çalışın. Erzurum Üniversitesi denen yerin hangi tarihte kurulduğunu biliyor musunuz? Ankara’daki ODTÜ’den sadece bir yıl sonra, 1957’de.  Ayıkmanız için daha neler söylemem gerekiyor?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı