Baskın Oran

“Türklerin pis kanı” meselesini artık öğrensek

Türklerin pis kanı meselesini artık öğrensek
Türklerin pis kanı meselesini artık öğrensek

Hrant Dink i mahkum ettiren yazı, aslında kime yazılmıştı?

Türk devleti, AİHM’den gelen sorulara, Hrant’ın mezarında çırpınmasına sebep olacak, özrü kabahatinden büyük bir cevap verdi. Biraz bekleyin; kendi kendisine vurduğu bu damgayı unutturmak için çok ama çok uğraşacaktır. Bunun tahlili ayrı bir yazı konusu. Ama niçin, Hrant’ı Nazilerle bile karşılaştıran, herkesi isyan ettiren, böylesine kör parmağım gözüne bir cevap?

Çünkü Bağımsız Türk Yargısı Hrant’ı bir kere “Türklüğe hakaret”ten (TCK 301/1) mahkum ettikten sonra, artık “devlet refleksi”nin eli mahkumdu: Bu mahkumiyet kararı eleştirilemezdi; onu savunmak üstüne kurgulanacaktı tüm “cevap”.

Şimdi, her şeyin başı ve sonu olan bu mahkumiyet kararını değerlendirmek istiyorsanız, önce, birbirine bağlı iki şeyi bilmek lazım: Bu karar nasıl bir ortamda verildi, ikincisi ve daha önemlisi Türklüğe hakaret var mıydı?

Olay ve ortamı

Aklı başında saydığım kişilerden bile duymuşumdur: “İyi de kardeşim, Hrant da öyle yazmamalıydı!” Onu mahkum ve sonuçta maktul eden cümle aynen şu: “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.”

Bu cümleyi herkes biliyor. Ama bir şeyi hiç kimse bilmiyor veya bilmek istemiyor: Buradaki “pis kan”ın TÜRKLÜKLE HİÇBİR İLGİSİ YOKTU. Hrant orada diasporadan bahsediyordu.

Hrant Agos’ta, Kasım 2003-Mayıs 2004 arasında, yani tam AB reformlarının orta yerinde, diasporayı tahlil ve tenkit eden 11 haftalık bir dizi yayınlamıştı. Yine Agos, tam o sırada (6 Şubat 2004) Sabiha Gökçen’in Ermeni kızı olduğunu açıklamıştı. Başta Genelkurmay’ın bir bildiriyle büyük katkıda bulunduğu vahşi tepki ortamında, Bağımsız Türk Yargısı, 13 Şubat 2004 günkü bölümden yukarıdaki cümleyi cımbızla çekti ve bilirkişi raporuna rağmen 301’den mahkumiyet verdi.

Baskılar, gösteriler ve davalar süreci 19 Ocak 2007’de Hrant’ın katliyle noktalanacak, tetikçi kişi azmettiricisi için şöyle diyecektir: “Bana Hrant Dink’in Türk kanına pis dediğini söyledi”. Tamamen haklıdır. Çünkü Hrant’ın Türk kanına pis dediği; Şişli 2. Asliye Ceza veYargıtay 9. Ceza Dairesinden sonra, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da kararlaştırılmıştır.

Hrant’ın dizisini okuyalım

“Ermeni Kimliği Üzerine” başlıklı dizinin tamamı sitesinde mevcut. Ama oturup okumayacağınız için, şimdi size bunun önemli noktalarını kopyalayacağım. Türklüğe hakaret var mı yok mu, kararınızı verirsiniz.

Dizinin önemli yerleri 5. bölümde başlar: “Ermeni diasporasının kimliğini daha iyi koruyabildiği bölgeler -şaşırtıcı gelse de- daha ziyade Ortadoğu ’daki İslam ülkeleri olmuştur… Batı’da kimliklere tanınan geniş özgürlükler ve olanaklar ne yazık ki bir tür kimliklerin erimesini kolaylaştırıcı katalizör işlevi görmüş, Doğu’daki özgürlük kısıtlamaları ise kimliklerin korunmasındaki inadın belki de baş sebebi olmuştur.”

Bundan sonra gelen üç bölümde Hrant, diasporanın bundan doğan ruh halini anlatacak ve tedavi önerecektir. 6. bölüm başlar: “[Yahudilerin aksine] ‘Hakkı esirgenmiş Ermeniler’ bundan böyle kimliğini ‘Gerçekleri talep etme inadı’ üzerinden yaşamaya çabalamış, gelinen noktada da bu inat diaspora Ermeni kimliğinin temel düsturu haline dönüşmüştür. Diasporanın ilk kuşakları için ayakta kalabilmenin, tükenmemenin adı olan bu inat, üçüncü ve dördüncü kuşaklarla birlikte gerçekleri dünyaya kabul ettirme inadına dönüşmüştür. İşte bu inadın ortaklaşmış hali Ermeni diasporasının ruhsal pozisyonunu yansıtır. Bu ruhu sürekli tutmak ise Ermeni kimliğini yaşatmanın temel aracı durumundadır.”

Diasporanın ruh hali

Devam eder: “[Özür elde eden Yahudilerin aksine] Ermeni halkının travmatik hastalığı hâlâ sürmektedir ve kimliği asıl kemiren ve tüketen de bu sağlıksız ruh halidir… Ermeni kimliğinin bugünkü yapısını şekillendiren ve Ermeni kimliğinde bir tür kanserojen tümör işlevi gören asıl etken ‘Türk’ olgusudur… Yaşanılan birliktelik öylesine derindir ki bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak tanımlamak her iki tarafın da kullandığı karşılıklı bir argümandır. Ermeni milletini Sadık Millet olarak adlandıran ancak daha sonra ihanet ettiklerini iddia eden Türk görüşü karşısında, Ermeniler 1915’te yaşananları salt bir halkın topluca imhası olarak yorumlamaz; bunun aynı zamanda asırlar süren ilişkiye ihaneti de içinde barındırdığını belirtirler.”

Ve şu çok önemli sonuca varır Hrant: “Türk-Ermeni ilişkisinin günümüzde geldiği nokta ise şudur: Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla. İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil ama- Ermenilerin kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir. Özellikle Türkler 1915’e bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı kıvranışı devam edecektir. Sonuçta görülüyor ki işte ‘Türk’ Ermeni kimliğinin hem zehri, hem de panzehiridir. Asıl önemli sorun ise Ermeni’nin kimliğindeki bu Türk’ten kurtulup kurtulamayacağıdır.”

“Türk’ten Kurtulmak” başlığını taşıyan 7. bölüm neşteri vurur: “Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten azad olmasının görünür iki yolu var. Bunlardan biri, Türkiye ’nin (devlet ve toplum olarak) Ermeni ulusuna karşı empatik bir tutum içine girmesi ve nihayetinde Ermeni ulusunun acısını paylaştığını belli edecek bir anlayış sergilemesidir… İkinci yol ise bizzat Ermeni’nin ‘Türk’ün etkisini kendi kimliğinden atması… Esas olarak tercih edilmesi gereken yol da budur.”

Kanı zehirli olan kim?

Hrant bu noktada, diasporanın en önemli kalesine hücum eder: “Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız’ın, Alman’ın, Amerikalının ve ille de Türk’ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak, Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır. Gayrı bu hatadan uzaklaşmanın ve ‘Türk’ü Ermeni kimliğindeki bu etkin rolünden ötelemenin zamanı gelip de geçmiştir… Kimliksel dinginliğini ‘Türk’ün olumsuz ve kayıtsız varlığına kilitleyen Ermeni dünyasının, tüm ortak performansını dünya üzerinden ‘Türk’e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, ne yazık ki kimliğin uyanışını erteleyen koca bir zaman kaybından başka bir şey değildir… Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu gayet basittir: ‘Türk’le uğraşmamak… Gayrı Ermenistan’la uğraşmak.”

İşte, dost bildiklerimizin bile “Söylemeseydi!” dediği cümle bunun hemen arkasından, 13.02.04 tarihli 8. bölümün başında gelir. Hrant, diasporaya, boş yere zehirlediği kanını temizlemeyi önermektedir: “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.”

Küplere binmesi gereken diasporadan tepki gelmez. Gerek yoktur ki. Tetikçilere varıncaya kadar daha kimlere “ilham kaynağı” olacak tepki, Bağımsız Türk Yargısı’ndan gelmiştir…

 

Not: Bir türlü yazamadım: Sezgin Tanrıkulu ve Orhan Miroğlu gibi insanlar oldukça, Kürt sorunu herkes için en tatmin edici biçimde hal yoluna girecektir.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı