Bağımsız Türk yargısı, canım ciğerim Hrant’ın diasporayı tahlil, tenkit ve üstelik tedip için yazdığı 11 makalenin bir cümlesini cımbızladı, “Türklüğe hakaret” kararı verdi. Helal olsun. Bu kararı gerekçe yapan derin devlet de katillerine onu katlettirdi. Ama daha korkuncu varmış: Ömrü boyu nefret söylemiyle mücadele eden Hrant, bu sefer derin devlet’in değil, bizzat devletin “nefret söyleminde bulunmuştur” biçimindeki “savunma”sıyla mezarı açıldı, bir daha öldürüldü.
Bağımsız Türk yargısı bu haksız ve hukuksuz kararı niye vermişti? “Muasır medeniyet” terimini 1930’lar biçiminde yorumlayan bir Kemalizm anlayışına duçar olduğu için. Bir elinde cımbız/Bir elinde yasa/Umurunda mı dünya/Tek rehber: 1930 Ata. Ağrı dağını ve Dersim’i uçağıyla bombalayan Sabiha Gökçen’in çocukluk adının Hatun Sebilciyan olduğunun Agos’ta açıklanmasını kaldıramadı. İki şeyin bilinmesi lazım artık: 1) Yargı idari olarak bağımsızlık isteyecek, ama ideolojik olarak bağımlı olacak; yok öyle şey bu acunda. 2) Türk yargısı, hiç farkında olmadan, Cumhuriyet döneminde “Birinci sınıf Türk, ancak Müslüman Türk’tür”e dönüşmüş olan “Millet-i Hakime” ideolojisinin kurbanıdır.
‘Savunma’nın anatomisi
Peki, devlet bu korkunç karara dayanan bu korkunç savunmayı AİHM’ye niye gönderdi? Bu durumda derin devlet ile devlet arasında fark ne kalıyor? “Savunma”nın başlıca üç pespaye iddiası var, oradan gidelim.
1) “Hrant korunma talep etmemişti; gerçekten tehdit alsaydı, ederdi.” Korkunç. Artık biliyoruz ki o tarihte devletin istihbarat kurumlarının tümü, Hrant’ın neresine sıkılarak öldürüleceğini bile öğrenmişti; fakirim Hrant bilmiyordu sadece. Biz de bilmiyorduk. Bilsek, “Türklüğe hakaret ettiğim kesinleşirse gayri ben bu ülkeden giderim” dediği zaman, kalkıp da hiç söyler miydik bugün bize feci vicdan azabı çektiren şu sözü: “Sen ne gideceksin be! Otur oturduğun yerde! Sen bu ülkenin otokton insanısın; onlar göçmen! Çok istiyorlarsa onlar gider!”
Ayrıca, devletin en birinci vazifesini vatandaş niye talep edecekmiş? Ben koruma polisini talep mi ettim; devlet vermek istedi ben kabul ettim. Üstelik, Başbakanlık Teftiş Kurulu raporu polis yetkilileri Ramazan Akyürek ile A. Fuat Yılmazer’i açıkça suçlamadı mı? (N. Şener, Milliyet, 14.08.10). Yasin Hayal’in eniştesi jandarma istihbarata bilgi verdiği zaman “Bu konuyu sonra görüşürüz” deyip lafı kapatan Albay Ali Öz şu anda yargılanmıyor mu? (Radikal, 26.07.08) Erhan Tuncel istihbarata bilgi iletmedi mi? (Radikal, 15.08.10). Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Adalet Bakanı Ergin’in pişmanlık beyanları ortada değil mi? (N. Şener, Milliyet 19.08.10) . Cumhurbaşkanı Gül “H. Dink maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için hayatını kaybetti”demedi mi? (Bianet, 19.08.10). Daha sayalım mı?
2) “Hrant nefret söylemi kullanmıştı.” Korkunç. Bunun kaynağı olan bağımsız Türk yargısı kararının encamını geçen hafta yeterince yazdım. Gerisi “günahtır, ayıptır, zulümdür, cinayettir”. “Savunma”nın bu kararı savunması nasıl bir şeydir, ey devlet, hakaretten bir de bana dava açmayasın diye yazamıyorum ama insaf et: a) Sen, devlet, bu kararı savunmak için bula bula, hayatı boyu faşizmle çarpışmış Hrant’ı Neo-Nazi Kuhnen’le bir tutmayı mı buldun? b) Sen, devlet, “Agos’a tehdit mektubu gönderen şahıs mahkum edildi, oysa fikrini söylüyordu, Hrant ise nefret söylemi kullanıyordu” dedin. Bunu söyleyerek, katillere 1/6 “haksız tahrik indirimi” sağlamaya mı uğraşıyorsun? Ey devlet, bu hallere mi düşmeliydin?
3) “Hrant ve ailesi mağdur değildi, dava açamaz.” Korkunç. Neymiş, karar kesinleşmeden mağduriyet oluşmazmış. Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) kararından sonra, mahkumiyeti veren Şişli 2. Asliye Ceza bir daha karar verecekmiş, ondan sonra kesinleşecekmiş, ama Hrant katledilince dava düşmüş, kesinleşemeden kalmış.
Behey devlet! Öyleyse, dava sürerken öldürülen kişiler hiçbir zaman mağdur olamaz, ailesi de dava açamaz; bu mudur hukuk? Ayrıca, bu kadar çok hukuk biliyorsan, biraz daha öğren: a)YCGK kararı, medeni hukukun aksine ceza hukukunda istisnai yoldur; Yargıtay’dan Ö. F. Eminağaoğlu 9. Ceza Dairesi kararına itiraz ettiği içindir ki dosya bir de oraya gitmiştir. 9. Ceza Dairesi kararı mağduriyet için yeterli olmasaydı AİHM davayı kabul mü ederdi? b) YCGK, Şişli ile aynı fikirdedir; sadece Kerinçsiz’in müdahil olmasını reddetmiş, Hrant’a mahkumiyeti onamıştır. Şişli, kendi kararına mı itiraz edecekti? Bu nasıl “teknik hukukçuluk”tur? c) Ailenin açtığı davalar 3,5 yıldır sürüyor. Sadece bu bile “adil yargılanmanın ihlali”nden mağduriyet oluşturmuyor mu?
Ey devlet, bu vesileyle aklını başına topla!
1) Zaten sırası geçmiş “dostane çözüm”ü unut. Onurlu Dink ailesi, eline para sıkıştırarak yatıştırılamaz. Kuru bir özür dile, o zaman belki aff-ı aileye mazhar olursun.
2) Her şeyden önce, o rezil savunmayı derhal geri al. “Mea culpa” (hatalıyım) de. Büyük onur kazanırsın. Suçluyken kendini savunursan, Lenin’in anlattığı duruma düşersin: “Küçük bir hatayı büyütmenin en kestirme yolu, onu müdafaa etmektir.”
Ama, bunu, eli kulağında olduğu bildirilen AİHM kararından ÖNCE yap. “Hukuken alamazsın” diyenlere “Aralık 2003’te türban davasında ek savunmayı geri almıştım” (B. Akçura, Milliyet, 22.08.10) demen bile lüzumsuz. Bu sembolik bir olaydır ve sembol özellikle böyle durumlarda en önemli şeydir. Ayrıca, AİHM kurallarında “geri alınmaz” diye madde mi var?
3) Bağımsız Türk yargısı daha “Yanlış yaptım” diyecek düzeye varmadı. Sen bir bildiri yayınla. Hrant’ın itibarını iade et.
4) Fırsat, bu fırsat. 301’i derhal kaldır. “Uygulamaya bakalım” deyip bugünlere getiren, insan hakları sabıkası bini aşan, sünnet fiksasyonlu Cemil Çiçek ’in icabına bak artık. Hrant’ın katli hayırlara vesile olsun.
5) Tetikçinin asıl gerisi önemli. Ortaya çıkartmak için Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçir. Çıkart o alçakları ortaya. Susma, sustukça sıra sana gelecek.
6) “AİHM’nin kararı temyiz edilmesin” diyenleri “Bir de temyiz mi edecektim?” diyerek utandır. Ama şu anda, MİT’in araştırılmasına izin vermeyen Başbakan utandırıyor bizi.
Bir güvercin varmış/Guguk diye ötermiş/Birileri susturun demiş/Birileri göstermiş/Birileri vurmuş/Birileri de savunmuş: “Ötmeseydi” demiş…