Baskın Oran

“Tadında bırakma”yı bilmemek

“İşi tadında bırak!” derlerdi çocukluğumuzda bize, azıcık azmaya başlasak. İyi de ederlerdi. Çünkü sonunda biyerlerimize zarar gelirdi: Elimiz sobaya yapışırdı, düşüp alnımızı yarardık, gece altımıza yapardık. Dayak cabası.

Şimdi de yapışıyor, yarılıyor, altımıza da yapıyoruz, dayak da yiyoruz. Hep birlikte; Türkiye Cumhuriyeti’yle, PKK’lısıyla, Kıbrıslı Rumlarıyla, Ermeni diasporasıyla, İslamcılarıyla. Anlatayım ama, Türkiye de alınmasın, gerisi de.

***

İtiraf edelim: Bu memleket hiç yaşamadıysa 1925-37 arası sürekli Kürt isyanları yaşadı. Bu insanlar durdukları yerde başlarına bela mı arıyorlardı? Dürüstçe söyleyin: Kürt diye devâsâ bir sorun olduğunu görmemiz için PKK cinayetleri şart mıydı? Unutmayın ki hâlâ duyuyoruz “Biz çocukluğumuzda Kürt diye bir ayrım bilmezdik, bunlar çıkardı” diyen âdemleri. Tekrar söyleyin: Öcalan Şubat 99’da yakalanıp da “bu iş bitti”kten sonra tekrar başlamaması için ne yaptık? Bırak reformu, şimdi de boğazımıza kadar kubura batmak için koro halinde K.Irak’a girme tezkereleri çıkarıyoruz. PKK’nın kucağına oturmak için. Türkiye’deki mevcut demokrasiyi de iğdiş etmek için.  Marifet mi bu şimdi? Ya, DTP’lilere Meclis’te casus muamelesi yapmak?

PKK itiraf etsin: Şiddetle özdeşleştiği için bugün bütün memleket zıvanadan çıkmış durumda. “Şişli Ayazağa’da 17 yaşındaki fırın işçisi E.Ç., önceki akşam parkta otururken cep telefonundan Ahmet Kaya’ya ait Kürtçe bir şarkıyı dinleyip eşlik edince parkta toplanan bir grup kendisine saldırarak dövmeye başladı” (Milliyet, 11.10.07). Kendi insanını bu feci duruma düşürmek marifet mi oluyor? Nereye kadar gideceksin kör şiddetle? Diyarbakır Barosu’ndan DİSİAD’A, Diyarbakır Tabipler Odası’ndan DOGÜNSİFED’e kadar bütün Kürt meslek kuruluşları karşı çıkarken? (Radikal, 10.10.07)

İtiraf edelim: 1959’da Menderes yönetimi, Kıbrıslı Türklerin nüfusuna oranla cidden güçlü haklar elde etmişti. Bir noktada, belediyeleri işleyemez hale getirdik. Sonuçta, Yunan milliyetçiliğinin kanlı örgütü EOKA’yı güçlendirdik. Faşist darbe olunca, 1959 Garanti Antlaşmasının 4. maddesi uyarınca yani hukuken haklı olarak asker gönderdik. Ama tadında bırakmayı bilemedik çünkü bir daha geri çekmedik. Haklı kurtarıcı asker’i bütün dünyanın gözünde haksız işgalci asker’e dönüştürdük. “Çözüm, çözümsüzlüktür” buyuran dışişleri bakanlarımız oldu. Ama KKTC’yi bizden başka tanıyan tek allahın ülkesi olmadı; Pakistan bile. Aklımız başımıza gelene kadar da adamlar AB’ye girdi, ayazda kaldık.

Kıbrıslı Rumlar itiraf etsin: Eski Dışişleri Bakanı Nikos Rolandis 14 Ekim tarihli Cyprus Mail’de kapı gibi bir itirafname yayınladı; Radikal’in Yorum sayfasında çevirisi çıkabilir. Helal olsun ve böyleleri bize de nasip olsun. Rumların barış için ne çok fırsatı heba ettiğini birinci elden sıralıyor. Şu anda AB’nin ve ABD’nin Başkan Papadopulos’u nasıl aşağıladığından tutun, KKTC’yle Suriye arasında başlayan feribot seferlerine kadar yazıyor. Tadında bırakmayı bilmeyerek kendimizi “Ölüm Odası”na kapattık, marifet yaptık, diyor.

İtiraf edelim: Bir kısmı M. Kemal’e de 1926’da suikast düzenlemiş İttihatçı Derin Devlet katillerinin 1915’te sebep olduğu Ermeni katliamını sanki Türkiye Cumhuriyeti yapmış gibi davrandık. Kendi halkımızdan 90 yıl boyunca büyük başarıyla sakladık. Dünya alem biliyor ve çalkalanıyordu. Aldatılmış koca misali, bir tek bizim haberimiz yoktu. Dürüstçe söyleyin: ASALA cinayetleri kafamıza tokmak gibi inmeseydi hangimizin haberi olacaktı? Şu anda da, kokusu arş-ı âlâya yayılmış pisliğin üstünü hâlâ örtmeye uğraşıyoruz. Aman yardım edin diye ABD ve İsrail’e yüz suyu döküyoruz. ABD başkanı yılda bir “jenosit” deyiverir diye titriyoruz. Her Ermeni karar tasarısında kısmetlerden kesiliyoruz. Havalimanlarındaki bilbordlara “Sözde Ermeni” bilmemneleri asmışız, onlara bakıp bakıp nefis köreltiyoruz. Yapabiliyorsan, herhangi bir ülke havalimanına peşin parasıyla koydurtabil de göreyim. Marifet mi bu yani? 19. yüzyılda İngiltere Çinlileri afyonluyordu, 21. yüzyılda da Türkiye Türkleri afyonluyor.

Diaspora itiraf etsin: Olayı dünyaya tanıttı ve büyük mevzi kazandı. Türkiye’yi köşeye sıkıştırdı. Ama üçüncü ülkeler artık fena homurdanıyor. ABD’de yapılmakta olan “I. Dünya Savaşında Ermenilerin öldürülmesini resmen jenosit olarak tanımalı mıyız?” anketine cevap verenlerin sayısı: 697.730, “Evet”lerin oranı 17.10.07 günü saat 14.40 itibariyle yüzde 20, “Hayır”larınki yüzde 78 (www.msnbc.msn.com:80/id/21253084). Bir yandan Nation (11.10.07) bir yandan da Guardian (11.10.07) alay ediyor: “Sıra Napoleon’un Mısır’da yaptıklarını kınamaya geldi”.  AB Komisyonu Başkanı Barroso: “Ermeni olayları siyasete alet edilmesin” dedi (12.10.07). AB Parlamentosu’nda Türkiye raportörü OOmen-Ruijten “Soykırımın tanınması üyelik için şart değil” diye ilan etti (Milliyet, 17.10.07).

Neden? Çünkü, ASALA Cinayetleri evresini durdurup Ermeni Tasarıları evresine geçtiği için kazanan Diaspora, şimdi “Türkiye kötüdür” evresinden “Demokratik Türkiye iyidir” evresine geçemediği için kaybediyor. Çünkü intikam duygusunu kontrol edemeyince işi “tadında” bırakamadı. Türkiye’deki aşırıları beslediğiyle kalıyor. Eh, normaldir, çünkü kendi aşırıları da bütün gıdasını Türkiye’nin resmî inkârından ve o Türk aşırılarının memeden verdikleri sütten sağlıyor. Marifet mi oluyor bu peki?

Aynı modeli TC ve İslamcılar için de kurmak ve aynı itici paralellikleri kurmak mümkün: 1950’lere kadar yukarıdan devrim, İslam’ı yeterince demir pençesi altında tuttu. Sana ne kardeşim, aptes alıp namaz kılacak olanın ezanı hangi dilde dinleyeceğinden? Özgür seçimler başladıktan sonra da aynen devam etmek istemek “tadında bırakmamak”tı. Resmî okullarda namaz kılma dersi veren “laik” devlet İslam’ın elini yakalamış, ama kendi kolu kopmaya başlamıştı. Paniğe kapıldı, kapıldıkça sertleşti, sertleştikçe halk “dinciler”e verdiği oyu artırdı. Bunun üzerine kimi İslamcılar şımardı. Ve saire.

Ne yapmalı?

Ne yapmamak gerektiğini anlattım. 4 önemli sorunda Türkiye’nin ilkece hemen ne yapması gerektiğini özetleyeyim:

Kürt meselesi: Devletin simgelerini (bayrak, marş, resmî dil, isim, üniterlik, vb.) aynen koruyarak, “milli güvenlik devleti”nden derhal “insan hakları devleti”ne geçmek. Vatandaşı “Türk” değil, “Türkiyeli” olarak tanımlamak ve bu sıfat içindeki bütün kültürleri kucaklamak. 301 tarafından simgelenen zihniyeti derhal itlaf ederek her türlü tartışmanın önünü açmak. Böylece birikmiş irini boşaltmak.

Kıbrıs meselesi: AB’nin resmî garantisi karşılığında bütün askerlerini çekmeye ve gevşek federasyon temelinde çözüm üretmeye hazır olduğunu ilan etmek.

Ermeni meselesi: Aslında, en kolayı bu: 1) Ermenistan’la diplomatik ilişkileri derhal kurarak diasporayı devreden çıkartmak; 2) Osmanlı döneminde yaşanmış acılar için Türkiye Cumhuriyeti’nin derin üzüntüsünü ilan etmek; 3) Cumhuriyet tarihi boyunca bu olayları sakladığı için Türkiye halkından özür dilemek; 4) Elinde tapusu olanların malları için sembolik tazminat ödeneceğini ilan etmek.

İslam meselesi: Devleti derhal laikleştirmek. Devletin din alanına yaptığı bütün müdahaleleri ve yardımları kaldırmak. Din eğitimini, laik devlet denetimi altında dinlere bırakmak.  Diyanet İşleri Başkanlığını bir dinler arası eşgüdüm kurumuna dönüştürmek. Her din ve mezhebin örgütlenmesini, 2 temel ilkeyi esas alarak serbest bırakmak: 1) Cemaatin bireyi ezmemesi; 2) Devlet yönetimine din kurallarının sızmaması.

Aydın Güven Gürkan’la Boğaz’daki kira yalısında uzun uzun konuşurduk. “Bunları yaz da getir, bir tartışalım” derdi. İkimiz de yetiştiremedik. Türkiye bunları yaparsa karşı tarafın gıdasını keser. Üstelik, nasıl olsa sonunda bu noktalara teker teker gelecek. Yeter ki taraflar daha fazla hırpalanmadan gelsin. Sorun çözmek, “yirmibir” (blackjack) oynamak gibidir: 21’e uzak kaldığın kadar, 21’i aştığın zaman da kaybedersin.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı