Baskın Oran

Şükür, 1905 yılına ulaştık

Benim Bodrum’daki can arkadaşım (ve Feyhan’ın kuzeni) Ahmet’i tanırsınız. Her konuda enseye tokatızdır, malum. Bir tek Türkiye’nin meşhur konuları hariç, o da malum. Bu gece yine döşendi:

Ulen, allah senin gibi aydınların fazlalığından milleti korusun. Vallahi birgün ben sıkacam, ben sağ sen selamet! Nasıl profluk len bu? Herkes PKK düşmanı ya, sen Kürt yanlısı. Herkes Ermeni meselesini elbette Türk yanlısı olarak getiriyor, sen Ermeni yanlısısın. Çoğunluk cumhuriyetçi ya, sen hemen karşı cepheye geçiyorsun. Millet senin bu durumunu vallahi öğrendi. Dalgasını geçenler var. Bugün biri telefonda, senin enişte aynen bunların yanında yer alır, dedi. Öğrenmişler seni”. Sonra devam ediyor:

…Yani, ilerde ben de gerçeği görüp karıma türban mı giydireceğim? Hadi s… len! Sen nasıl bu kafaları desteklersin? Vallahi bu fikirleri yazarsan ben de sokağa çıkarken utanırım. Bodrum’da beraber gezmem enişte. Seni yuhalar bu millet!”

Yani, mealen, “Sen mazoşistsin” diyor. Valla, yuhalamak değil ya ne yapsalar, anlaşılan (Ahmet’ime göre) bendeniz böyle doğmuş bulunuyorum bir kere; elimde değil. Tabii, benim için dünyanın en büyük cezası Bodrum’da Ahmet’imsiz dolaşmaktır. Ama o da kusura bakmasın siz de bakmayınız, serde mazoşistlik var, bu tehdidi bile göze alarak Abdullah Gül’ün CB adayı ilan edilmesinden duyduğum memnuniyeti belirtmek istiyorum.

İki Fransa, İki Türkiye

Neden? Gül benim babamın oğlu mu? Hiç sanmam. Ben dini bütün bir âdem miyim? Eh, şimdi ayıp olmasın, konuşturmayın. Ben küfür yemekten zevk mi alıyorum? Hayır; ama etmekten aldığımı söylerler.

Peki, niye memnun oldum? Çünkü efendim, Türkiye bu sayede 1905 yılına nihayet girecek de ondan.

1905’te Fransa’da “çatışmacı laiklik” bitti, “uzlaşmacı laiklik” başladı. Şimdi nedenlerini anlatmak uzun sürer; Fransa’da laik cumhuriyetin simgesi (hani, bir göğsü açık, bayrak taşıyan hatun) “Marianne” ile Kilise’nin simgesi “Marie” (Meryem anamız) bu tarihten sonra barıştılar ve “İki Fransa” zaman içinde birbirini ehlileştirmeye başladı. (bkz. Jean-Paul Burdy, Jean Marcou, “Laicité/Laiklik: Introduction” ve Pierre BRÉCHON, “Institution de la laïcité et déchristianisation de la société française”, CEMOTI  n° 19, juin 1995).

Bendeniz tâ başından beri RTE’nin CB adaylığını zararlı ve çok akıldışı gördüm. İki sebepten:

1) RTE çatışmaya programlı. Böyle birisi CB olamaz.

2) 14 Nisan mitinginin de açıkça gösterdiği gibi karşısındakileri ve özellikle Baykal’ı inanılmaz besledi. (Şimdi Baykal’ın bütün gıdası gitti gider. “RTE’yi çıkartmadık ya!” diye avunmaktan başka sözü kalmayacak. Zaten, hiçbir zaman da olmadı. Siz hiç Baykal’ın polemikten başka bir şey yaptığını, herhangi bir programı olduğunu işittiniz mi?)

Bu akıldışılıktan dolayıdır ki, bir noktadan sonra RTE’nin vazgeçmesi akılcıydı, beklenmeliydi. AKP’li milletvekilleri arasından çıkacağına göre, iki adayım vardı: Abdüllatif Şener ve Abdullah Gül (daha aykırı bir tip olduğu için birincisi tercihimdi).

Bunları tutuşum iki nedenden ötürü: 1) İkisi de RTE’nin aksine güler yüzlü ve uzlaşmacı tipler; 2) Burada sıkı durun: İkisinin de eşinin başı bağlı. Çünkü artık Türkiye’de Devlet ile Din’in barışması gerek.

Süreç asla bugünkü haliyle devam edemezdi. Bir kesim, eşi başıbağlı bir CB gelirse dünyanın başımıza çökeceğini düşünüyor. Tabular böyledir. Şimdi gelecek ve çökmeyecek. Çökmeyince, tabu sarsılır. Sarsılacaklar ve uzlaşmak zorunda hissedecekler. A. Gül’ün uzlaşmacı kişiliği yumuşak geçişte önemli olacak. -18 derecedeki dipfrize koyduğunuz  şeyler bile en fazla 6 ay dayanıyor. Bu ülke 84 yıldır hiçbir şeyin değişmediğini, değişmeyeceğini, değişmemesi gerektiğini söyleyen bir felsefeyle yönetilegeldi; olacak iş mi bu?

Şimdi “İki Türkiye” zaman içinde birbirini ehlileştirecek. Devlet “dinci”lerin alt-kimliğine saygı gösterecek, onlar da sistemin kurallarına göre oynayacak. Zaten şu anda başıbağlı eşler bizim Oran’ın parkurunda parlak eşofmanlarla jogging yapıyorlar, köpek gezdiriyorlar. İktidar bizatihi ehlileştirir ki, bunlar bir de kaçınılmaz olarak burjuvalaştı.

Türkiye 1905 yılına girdi; kutlu olsun. Darısı, Kürt 1905’inin başına saçılsın.

Bunlar şimdi bizi de dinci yapar mı?

Ha, dünya başımıza nasıl çökebilir? İki durumda:

1) Eğer Gül, RTE’nin dümen suyunda hareket eder de tarafsız olamazsa;

2) Gül, Çankaya’daki davetlerde içki ikram ettirmezse, örneğin. Bu tam bir turnesol kağıdı.

Ama kimsenin bu kadar aklını yitirmiş olabileceğini düşünemiyorum. Bu kasabalılıklar AKP’ye yakın geçmişte fazla pahalıya patladı. Gül örneğin bendenizden daha dikkatli davranacaktır o makamda. Eli mahkumdur, çünkü sırtında İslamcı geçmişinin yükü vardır.

Aksi halde, 2000’lerde 1930 Kemalizmi yapanlara karşı yaptığım mücadelenin bir milyon misli sertini onlara karşı yaparım. Yaparız. Çok daha da kolay olur. Ama, “Ya gözüne girerse?” fıkrasıyla memleket yönetilmez efendim.

***

Yukarıdaki yazıyı, Gül’ün ilk aday olduğu dönemde, Nisan 2007’de Agos’ta yayınlamıştım. Bugüne cuk oturdu. Sonuçları ekleyeyim:

1) Türkiye çok iyi gidiyor: İnsanın kafasındaki tabulardan biri yıkılmaya görsün, diğerleri de iskambil kağıdı gibi birbirini devirip gider artık. Zaten, tutucuların korkusu da bu değil mi aslında?

2) Türkiye’de epey hazin bir tablo oluştu: Dün, “dinciler” ve Kürtler sistem dışına itilmişti. Bugün, CB yemininin edildiği töreni CHP, TSK ve YÖK boykot etti. Yani, dün onları sistem dışına itmeye çalışanlar bugün kendilerini sistem dışına itiverdiler. Huy.

3) Bin kerre yazdım ama, tekrarda yarar var: Türkiye tarihinde iktidar (1950’yi saymıyorum) ikinci defa el değiştiriyor. İmparatorlukta takılıp kalmak yüzünden tutucu ve gerici Osmanlı 1923’te gitmiş, dinamik ve Batıcı küçük burjuva aydınları yani Kemalizm gelmişti. Bugün yani 2007’de, 1923’te takılıp kalmak yüzünden artık tutucu hatta gerici hale gelen Kemalistler (“laikler/laikçiler”) gidiyor, onların yarattığı sürecin ürünü olan dinamik (ve, pardon ama, Batıcı) kasaba küçük burjuvazisi (“dindarlar/İslamcılar”) geliyor.

İktidarın birinci el değiştirişi çok iyi bir şeydi, çünkü köhne bir imparatorluktan modern bir ulus-devlete geçmiştik. Dünyaya emsal olmuştu. İkinci el değiştiriş de aynen böyle: Bireylerin alt-kimliklerini inkar ederek çatışmaya çanak tutan, köhnemiş bir ulus-devlet bitiyor, bireylerin alt-kimliklerine saygı gösterecek bir demokratik devlet başlıyor. Türkiye, “Back to Future” yapıyor; Osmanlı’nın alt-kimliklere saygısını anımsayarak kendini yenileyecek. Dünyaya tekrar emsal olacak muazzam bir dönüşüm bizi bekliyor.

Gidenler korkmasınlar: Bu ilerleme Cumhuriyet’in temel niteliği olan laikliği değiştirmeyecek. Sadece, laiklik gerçek anlamına oturacak: El-alemin inancına karışmaktan çıkacak, bütün inançlara eşit mesafeye gelecek.

Bu mecburen böyle olacak. “Bugün başlarını kaparlar, yarın bizimkilerin başlarını kapatırlar” diyenlere kalkıp da şunları söylemek bilmem yeter mi: AKP İslamcı ise, oyu yüzde 8’dir (nitekim, Saadet’in oyu yüzde 2). Oysa 47 aldı. AKP’yi merkez bir parti olmak zorunda bırakan işte bu yüzde 39 ödünç oydur. Gittikçe de bırakacaktır.

Yine olmadıysa, sanatçının vaktiyle matrak olsun diye çizdiği ama bizim açımızdan gökkuşağının iktidarı temsil ettiği bir karikatürle anlatayım durumu: 1. kare: Gökkuşağının yanında bir sürü adam. 2. kare: İçlerinden biri koşup gökkuşağının altından geçiyor ve çırılçıplak bir kadın oluveriyor tabii. 3. kare: Erkeklerin gözü parlıyor ve kadına saldırıyorlar. 4. ve son kare: Onlar da çırılçıplak kadınlar oluveriyorlar.

Bu da bir şey ifade etmediyse, “Ya İranlaştırılırsak!” filan demeye devam ediyorsanız, sizin anlamaya niyetiniz yoktur kardeşim. Doktor sizin için ne yerse yesin demiştir. Selametle.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı