Zaman sıkışıklığından Agos’a uğrayıp, aralarına katılmam şerefine bir tepsi baklavayla millete merhaba diyemedim gerçi ama, geçen hafta (13-14 Mayıs) İstanbul’daydım. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü ile Alman Orient Enstitüsünün düzenlediği bir sempozyum için: Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik.
Bu iki önemli kavram arasında ne tür bir ilişki var? Bunun yanıtı galiba “sivil toplum”un tanımına bağlı.
Sivil toplum örgütlerinin (STÖ) tarihsel gelişimine baktığınızda şunu görüyorsunuz: Bunlar, Batı’da önce bireyleşme (doruğu: 17. Yüzyıl), sonra da uluslaşma (doruğu: 19. Yüzyıl) sürecinde devletin kimi işlevlerine alternatif olarak oluşmuş gönüllü yurttaş kuruluşları. Sivil Toplum’un Almanca’daki adının “Burjuva Toplumu” (Bürgerliche Gesellschaft) olmasının nedeni de bu. Bunlar günümüzdeki Üçüncü Küreselleşme (bigün de bu kavramı konuşuruz) sonucu ulus-devletin zayıflamasına paralel olarak gelişme göstermekte ve zayıflayan devletin yerini doldurmaya çalışmakta.
STÖ’lerin geniş tanımı şöyle yapılıyor: Genellikle devlet ve özellikle de silahlı kuvvetler örgütlenmesi dışında kalan vatandaş örgütleri.
Geniş tanımın kabulü halinde şu örgütler STÖ’dür: dinsel örgütler (ör. Nakşıbendi tarikatı, “Hakimiyet Allah’ındır”cılar vs.); hepsinin kendine göre “ulvî” bir amacı olan ulusal kurtuluş ve/veya terör örgütleri (ör. FKÖ, İRA, ASALA, ETA, PKK, vs.); bireysel veya sınıfsal ekonomik çıkar sağlamaya çalışanlar (silah tüccarları lobisi, mafya, vs.); devlet ve hatta orduyu desteklemek amacını güden dernekler (ör. Aydınlar Ocağı, Zübeyde Hanım Şehit Analarını Koruma Vakfı, Mehmetçik Vakfı, “Ya Sev Ya Terket”çiler, vs.); bireysel kimliğe karşı çıkan ve hatta bireyi ortadan kaldırmaya çalışan örgütler (ör. Apo’nun idamı için çabalayan müdahiller ve Şehit Yakınları Derneği vs.).
Bütün bunlar STÖ kavramına girer, çünkü hem devlet ve ordu örgütlenmesi dışındalar, hem de vatandaşlar tarafından gönüllü olarak kurulmuşlar.
Diğer yandan, dikkat ettinizse, bütün bu örgütlerin ortak yanı ya bireyin kimliğini silip onun yerine kolektif (anti-bireyci) ve tekelci bir kimlik empoze etmeye çalışmak, yada toplumsal yararı değil bireysel veya sınıfsal/grupsal çıkarı kollamak.
İşte bu tür derneklerin/örgütlerin milliyetçilikle ilişkilerinin son derece sıkı olması beklenir. Bunun çok açık iki nedeni var:
1) Milliyetçilik dediğimiz ideoloji, yurttaşın yüce sadakatinin “millet” denen kavramdan başka yerlere gitmesini kesinlikle engelleyen ve onun birey kimliğini bu kolektif “millet” kimliği içinde tamamen eritmeyi amaçlayan bir ideolojidir.
2) Bu örgütler ya devletle (veya “milli hedeflerle”) çok yakın ilişkidedir (zaten bunun için kurulmuşlardır/kurdurulmuşlardır), yada devletle çok yakın ilişki içinde gözükmeye çok çeşitli nedenlerle büyük önem verirler (sağcı mafyanın ASALA’yı bitirmeye büyük hevesle soyunması “Türkçü”lüğünden çok, devlete yaranıp kendini aklamak istemesindendi).
Gelelim STÖ’lerin dar tanımına: Birey kimliğini önde tutarak toplumsal yarar için çalışan gönüllü örgütler.
Bunların aralarında hiyerarşi yerine yatay demokratik ilişkilerin bulunması ve bu örgütlerin belli konular üzerinde uzmanlaşmış olması da bekleniyor (ör. İnsan Hakları Derneği, Tarih Vakfı, Savaş Karşıtları Derneği, AKUT, Cihangir’i Güzelleştirme Derneği, Uluslararası Af Örgütü, vs.).
Dar tanım kabul edilirse çıkacak sonuç şu: STÖ’lerin milliyetçilikle ilişkisi iyice olumsuz. Çünkü bireysel kimliği en önde tutarak kolektif kimlik içinde erimeyi reddediyor ve toplumsal yarar için bağımsız ve gönüllü çalışıyorlar.
* * *
Tabii, buraya kadar yazdıklarım kılçıksız. Yani, yalnızca bugünkü durumu anlatıyor ve kimi örgütlerin tarihsel süreç içinde konumuz açısından yaşamış oldukları önemli gel-git’leri dikkate almıyor. Örnek vereyim:
Devlet ve onun yan ürünü gibi kurulmuş dernekler bireyin kimliğini eritmeye çalışıyorlar ama, laik devlet din’le mücadele ederken bireyi özgürleştirici bir aşamadan ister istemez geçiyor. Atatürk reformları bunun ta kendisi.
Diğer yandan, tarikatların bugün STÖ olduğunu söylemek büyük saçmalık ama; Osmanlı’nın özellikle yükseliş döneminde tarikatlar ve özellikle de Mevlevilik, bireyin devletin ve onun aleti durumundaki resmî dinin baskısından kaçıp sığındığı gerçek birer STÖ idi. Bugün Batı’daki dinsel örgütler de bal gibi STÖ (ör. YMCA), çünkü orada dinsel düşünce (bizdekinin aksine) artık siyasal iktidara talip değil.
Belki de en ilginç olgu, TÜSİAD. Büyük burjuvazinin çıkarlarını gütmek için kurulmuş bu dernek şimdi (geçen haftaki yazımın sonunda değindiğim nedenlerle) Türkiye’de demokrasi havarisi oldu.
İstanbul’da işte bunlardan bahsettik. Anlattıklarımı, Ülkü Ocakları Genel Merkezi adına konuştuğunu söyleyen bir dinleyici pek beğenmedi ama, ne yapayım, böyle işte.