Baskın Oran

Tek bir kelimeye köle olmak…

19 Mayıs tarihli Agos, Ermenistan’ın Aravot gazetesinden alıntı yapan İzvestiya‘dan özetle şu haberi veriyordu:

Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığı Azerbaycan tarafından kabul edilecek ve bölgeyi Ermenistan’a bağlayan Laçin koridoru Ermenistan’a verilecek. Karşılığında, Nahçıvan ile Azerbaycan’ı birbirine bağlayan toprak Azerbaycan’a verilecek. Bu gerçekleşirse, ABD Ermenistan’a üç milyar dolarlık yatırım yapacak.

Dosyalarıma baktım; ben bu trampa meselesini 1-7 Aralık 1991 tarihli Tempo dergisindeki köşemde “Mesela Deduk” başlığıyla, ama Karabağ’ın özerkliği bağlamında yazmışım. Bu işten Rusya ile İran’ın hiç memnun kalmayacağıyla da bitirmişim.

Şimdi gerçekleşir mi, Azeriler kabul eder mi bilemiyorum. Zaten Ermeni Parlamentosu da reddetti. Ama, eğer gerçekleşse, Rusya ile İran için ne kadar zararlı olacaksa, Türkiye ve Ermenistan için o kadar yararlı olacak, onu pek iyi biliyorum.

* * *

Rusya için çok zararlı olur; çünkü artık istikrarsızlıktan yararlanarak buralarda at oynatamaz. Ermenistan kendisinden gitgide uzaklaşarak Batı’ya yanaşır. Rusya’nın eli tüm G. Kafkasya’da birdenbire çok zayıflar. Zaten bunun içindir ki, haber duyulunca hemen açıkladı: “Megri’de (Nahçıvan’la Azerbaycan arasındaki bölge) konsolosluk açıyoruz!”

İran için çok zararlı olur; çünkü Ermenistan üzerinde etkisi yok olur, Hazar petrolleri için en ucuz yol olma niteliğini kaybeder, Orta Asya bağlantısı açısından Türkiye için önemi yok olur.

* * *

Türkiye, Erivan’ı yeni bağımsızlaşan diğer eski Sovyet ülkeleriyle aynı anda tanıdı. Ama, hem diplomatik ilişki kurmadı, hem Mart 91’den beri vermekte olduğu yardımları Kelbecer’in işgali üzerine Nisan 94’te kesti, hem de bir tür ambargo uygulamaya başladı. Bu durumda, denize çıkışı olmayan Ermenistan kötüye gitmeye başladı. Dış politika bakımından ise Rusya’ya baş eğerek hem üsler verdi, hem de BDT’ye ve Altılı Taşkent İttifakına girdi.

Türkiye’nin bu tutumunun dört nedeni vardı: 1) Diasporanın “Ermeni Jenositi” söylemi/eylemleri; 2) Karabağ sorununun ve işgallerin yarattığı Türk kamuoyu baskısı; 3) Azerbaycan’ın baskısı; 4) Ermenistan’ın Türkiye’yle olan sınırını (1921 Kars antlaşması) tanımayı reddetmesi.

İşin başında sıkı bir milliyetçi söylemle Türkiye’ye epey sert çıkmış olan Ter Petrosyan bir süre sonra durumu kavradı ve (Taşnak yöneticilerini uyuşturucu ticaretinden tutuklatarak partinin faaliyetinin durdurmanın, PKK’yı yasaklamanın, anayasadan jenosit kavramını çıkartmanın yanı sıra) diasporayı da dolaşıp sakinleştirdi. Diasporanın jenosit söylemi tavsadı. Ter Petrosyan’ın istediği, Türkiye’nin bir sınır kapısı açarak Ermenistan’ı boğulmaktan alıkoymasıydı. Böylece bu ülke Rusya’nın eline bakmaktan kurtulacaktı. Ama Karabağ ve işgaller devam ettiği için Türkiye bu önemli açılımlara cevap veremedi.

Cevap veremedi ve pek vahim bir hata yapmış oldu. İki taraf da bundan muazzam zarar gördü. Çünkü, bu açılımların kendi ayağını G. Kafkasya’dan keseceğini anlayan Rusya sonunda Ter Petrosyan’ı düşürdü. Yerine Koçaryan geldi.

Şimdi Koçaryan, ekonomisi hızla kötüleyen ve ancak diasporanın özel/gönüllü desteğiyle ve ABD’nin Freedom Support Act’inden gelen yardımlarla ayakta kalmaya çabalayan ülkenin kurtuluşunu tek bir umutçuğa bağlamış gözüküyor: Diasporanın Türkiye’yi Ermeni Jenosidi söylemiyle dize getirmesi. Tabii, bunu sonuç alabilecek ciddi bir dış politika saymak epeyce zor.

***

Zor ama, olanlar her iki ülkeye birden oluyor, o kadar: Ermenistan kötü bir vaziyetten berbat’a doğru yol alıyor, Türkiye de Ermeni Jenosidi söyleminin ardından tıknefes. Olay, epey fazlasıyla, bigün atla giderken yerde tezek görüp inatlaşan ağa ile köylüsünün öyküsüdür; şimdi hikayeyi anlatmayayım, ayıp olur. Fazlası şu ki, burada tezeği satanlar var!

Oysa, Karabağ belâsı bitse iki taraf da neler kazanırdı!

Türkiye, Bakû-Ceyhan petrol boru hattını ve Türkmenistan doğal gazını en kısa yol olan Ermenistan üzerinden alır ve hatta Avrupa’ya iletirdi. Orta Asya’yla direkt ulaşım kurardı ve Gürcistan’ın mafyası ile İran’ın tafrasından kurtulurdu. Bugün Türk mallarını İran üzerinden zor sağlayan Ermenistan bunları sınır ticaretiyle doğrudan satın alarak pazar yaratırdı.

Hepsinden önemlisi, onun-bunun parlamentosundan geçti-geçmedi diye ha bire de bire gözleyip durduğu bir kelime yüzünden uluslararası toplantılarda nafile enerji harcamaktan kurtulurdu. Tek bir kelimeyi asla telaffuz etmemeye kilitlenmiş bir dış politikanın yarattığı kompleksi üzerinden zamanla silkeler, kendisine zarar gelmeden Ermenilere 1915’in acı anılarını unutturacak ve gönül alacak yolları da yine zamanla keşfedebilirdi.

Ermenistan ise, ne zaman patlayacak diye beklediği nükleer santral yerine ülkesinden geçecek enerji hatlarıyla beslenir, bunlardan gelir sağlar, Türkiye’nin açacağı sınır kapısı ve Trabzon limanıyla o kadar ihtiyaç duyduğu Batı dünyasına aracısız bağlanır, ekonomik sıkıntısını bitirirdi. Daha önemlisi, İran’ın ekonomik, Rusya’nın da siyasal ve askerî patronluğundan kurtulurdu.

Hepsinden önemlisi, onun-bunun parlamentosundan geçti-geçmedi diye ha bire de bire uğraştığı bir kelimenin zevki veya elemine kendini vakfetmekten kurtulurdu. Maziye gömülmüş bir milliyetçilik yerine ileriye dönük bir gelişmeye atılırdı. Tek bir kelimeyi Türkiye’ye illâki telaffuz ettirmeye kilitlenmiş bir dış politikanın yarattığı kompleksi üzerinden zamanla silkeler, Ermeni milliyetçilerinin 1915’e katkısını da hesaba katarak, Türkiye’ye zarar vermeden kendine yarar sağlamanın yollarını yine zamanla keşfedebilirdi. Enerjisini, Türkiye’nin canını acıtmak yerine kendi ülkesinin canına can katmak yolunda harcamaya başlardı.

* * *

İnsanların (ve tabii, ulusların) boyunlarında iki cepli bir heybe varmış. Ön tarafta başkalarının kusurları, arka tarafta kendi kusurları dururmuş. Bugün Afrika’da aç Etiyopya ile aç Eritre’nin birbirini kırmasına gülüyoruz ama,  Rusya ile İran’ın ellerini ovuşturup bizlerin haline güldüğünü görmüyoruz.

İki ülke sonunda arka cebe de bakmayı akıl edecekler ve bundan yalnız iki ülke değil, Türkiye’deki Ermeni cemaati de büyük mutluluk duyacak.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı