Baskın Oran

Paris’te farklı bir 24 Nisan

Paris'te farklı bir 24 Nisan
Paris'te farklı bir 24 Nisan

Geçen yıl bir grup Türkiyeli, 24 Nisan ın yasını tutmak için Taksim de buluşmuştu. Aşağıda Baskın Oran Vahram Mardiryan la.

16 Nisan Cumartesi. Paris Kürt Enstitüsü’nde Kürtçe Eğitim ve Sorunları konferansındayız. Ben de ‘1876 Kanun-ı Esasi’den Bugüne Türkiye ’de Kürtçe Meselesi’ başlıklı bir bildiri verdim. www.baskinoran.com sitesinden okuyabilir, hatta şu adresten konuşmaların tamamını izleyebilirsiniz: www.institutkurde.org/conferences/enseignement_en_langue_kurde/programme.html

Kürtçe bildiriyi kulaklıktan dinlerken yanıma birisi gelip oturdu: “Merhaba, ben Bayram!” “Hoşgeldin Bayram” dedim nezaket icabı; herhalde beni yazılardan tanıyan bir Kürt. Ama şüphelendim, kulaklığı çıkarıp sordum: “Bayram dedin, değil mi?” Cevap: “Vahram!”

Vahram’ın hikâyesi

Boston’dan Ermeni arkadaşım Can tanıştırınca, bana yazmıştı: “Her sene olduğu gibi, bu yıl da Paris’teki anma töreninde bütün partiler söz alacak. Sosyal Demokrat Hınçaklar adına oğlum Saro konuşacak. Dedi ki: ‘Karar aldık, her yıl aynı şeyleri söyleyeceğimize bu yıl Türkiye’de 24 Nisan’ı anan kişilerin/kuruluşların bir mesajını o gün Ermeni topluluğuna okuyalım’. Bu bir ilktir. Sizler orada yeteri kadar kelleyi koltuğa almışsınız zaten. Sıra bizim diyorlar. Alkışlayan da olacak, yuhalayan da. Ama kazanan iki halk olacak; bundan eminim. O gün gelecek mesaj kalbimizi ısıtacak”. Tek bir imla hatasız. Tek bir -de, -da hatasız.

Hrant’ın lisesinde ondan üç sınıf önde olan Vahram, tek Ermeni köyü Hatay Vakıflı’dan. Papaz babası Kayseri’ye atanınca 12 yaşında Kayserili oluyor. 79’da gidip Ermenilerin genellikle yaşadığı Paris banliyösü Alfortville’e yerleşiyorlar: “Kayınbabamın ne annesini ne babasını ne kardeşlerini tanıyoruz. Yok olmuşlar. Samsun Çarşamba’dan yedi yaşındayken tek başına İstanbul’a gelmiş. Kilisenin birinden bir Ermeni aile bulunmuş, onlar büyütmüşler. Babam 86 yaşında, annem 77. Aynı mahallede oturuyoruz. Kayseri’de ben 13-14 yaşındayken, TİP’in yanılmıyorsam 13 milletvekili çıkardığı seçim mitingine götürmüştü babam beni. Ç. Altan’ı, B. Boran’ı, Aybar’ı dinlemiştik. Kafamıza yediğimiz yumurtaları, domatesleri toplasak en az on günlük erzak biriktirirdik. Paçayı zor kurtarmıştık”. Vahram’la Saro’ya istedikleri şu mesajı, 24 Nisan Ortak Bildirimizi ekleyerek yolladım:

Paris’te okunacak mesaj

“Sevgili Ermeni dostlarımız. Osmanlı’nın en kıymetli unsurlarının başında gelen Ermeni halkının, İttihat ve Terakki katilleri tarafından asla hak etmediği bir insanlık suçuna uğratılma sürecinin başladığı güne, o uğursuz 24 Nisan gününe tekrar gelmiş bulunuyoruz. Bu, 96. yıl oluyor. Neredeyse bir asırdır, o aziz ölüler yattıkları yerde hâlâ hiç olmazsa bir özür bekliyorlar. Türk devletinin hepimiz için utanç vesilesi olan inkar politikası onlardan bunu bile sakınıyor, onların ruhlarının bir nebze olsun huzura kavuşmasını hâlâ engelliyor.

Bizden bunca zaman gizlenen bu felaketi, vicdanlı Türkiyeliler olarak çok ileri bir yaşımızda sizlerin yazılarından öğrendik ve devletin bu büyük ayıbını bir kenara fırlatarak harekete geçtik. Eylül 2005’te, devletin ve vicdansız insanların bütün engellemelerine rağmen İstanbul’da büyük bir ‘Osmanlı Ermenileri Konferansı’ gerçekleştirdik; kitabı da çıktı. Ocak 2007’de Hrant’ımızı şehit verdikten sonra Aralık 2008’de ‘Ermenilerden Özür Kampanyası’ açtık; on binlerce imza geldi. 24 Nisan 2009’da Ara Sarafyan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 24 Nisan üzerine konuştu. Kasım 2010’da İstanbul Sabancı Üniversitesi’nde 1909 Adana Katliamı konferansı yapıldı. Geçen yıl ilk defa İstanbul Taksim’de, bir kısım basının bütün kışkırtıcılığına rağmen 24 Nisan matemini ilk defa tuttuk. Yine geçen yıl, ‘Ermeni Konferansı’nı bu sefer Ankara ’da topladık.

Bu yıl, bu matemi tutmak üzere İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır ve Bodrum’da hazırlıklarımızı yapmış bulunuyoruz. Bu matem günü, iki halkı birleştiren bir halkalar dizisinin başlangıcı olsun ve bu ortak acıyı anışımız, aziz kurbanlarımızın ruhlarına bir nebze olsun su serpsin. Şehrin en orta yerine oturacağız, mumlarımızı yakacağız, o şehirden ölüme gönderilenlerin bulabildiğimiz adlarını duduk çalarken okuyacağız, sonra da aşağıdaki ‘Bu Acı Hepimizin’ bildirisini insanların dikkatine, ortak acımızın bir nişanesi olarak sunacağız.

“Bu acı hepimizin”

24 Nisan 1915, asırlardır bu ülkenin diğer halkları ile birlikte yan yana yaşamakta olan Ermeni halkının; kadın, çocuk, ihtiyar, hasta ayırt edilmeksizin, sırf Ermeni oldukları için yurdundan, evinden, tarlasından, işyerinden, mesleğinden devlet zoruyla koparılıp yüz binlercesinin öldüğü, öldürüldüğü, sürüldüğü ve her türlü zulme maruz kaldığı felaketin başladığı gündür.

O tarihten bu yana devlet ve hükümetler, bu korkunç olayın üstünü örtmeye, olmadı hafifsetmeye, dahası -isyan gibi nedenlerle- meşru göstermeye çalıştı. Oysa hiçbir gerekçenin haklı gösteremeyeceği bu ölümcül sürgün açıkça insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Ancak bilinmelidir ki, devletin bu suçu inkara dayalı resmi politikası sürdükçe o tarihten beri bu ülke insanlarının yüreğinde gizli gizli kanayan yara derinleşmekte; aklımızı, vicdanımızı, hak-adalet duygumuzu daha fazla felç etmektedir.

Ama artık buna bir son vermeliyiz. O nedenle, bu ülkenin alnı ve vicdanı ak insanlar ülkesi olmasını yürekten isteyen herkesi çok gecikmiş bir insanlık görevine davet ediyoruz. 24 Nisan’ın işaret ettiği o ağır suçun, insanlığın asli değerleri temelinde birleşen hepimizin ortak acısı olduğunu ilan etmeye çağırıyoruz.”

“İlk Türk”

Konferansın ertesi günü Vahram ile Mari, Quartier Latin’e bira içmeye götürdüler bizi. Mektuplarının birinde şöyle demişti: “Fransa’ya geldiğim 1979’dan beri yazıştığım ilk Türk’sün”. İlginç. Çünkü ne zaman diasporayla temas etsem, Türkiye’yi hiç görmemiş olanlar çok serttir, Türkiye’den gitmiş olanlar ise çok yakın. Anlaşılan, ortam meselesi. Son mektuplarından birinde ise çok farklı şeyler söyleyecek. Bu insanların acılarına ortak olunduğu zaman çıkacak sonucu anlatmak açısından veriyorum:

“Geçenlerde, benim Kayserili olduğumu öğrenince, koruma polisim Kasım da Kayserili, diye yazmıştın. Garip bir profesörün, yazarın korunmasını yadırgamış, şaşırmıştım. Bugün öğleden sonrayı YouTube’dan seni dinlemeye ayırdım. Tüylerimi diken diken ettin. Teşekkür etmeyeceğim, Sağol Hocam demeyeceğim, yüreğine kurban demeyeceğim. Çünkü her üçü de yetersiz. Tanrı seni korusun, aileni, senin gibilerini diyeceğim. Günümüzün gençlerine güveniyorum. Sizin gibi hocaları olduktan sonra”.

Not: YSK kararı karşısında AKP kalır not aldı, CHP ise hayatında ilk defa geçer!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı