Baskın Oran

Aynı hamurdan dört benzemez

Aynı hamurdan dört benzemez
Aynı hamurdan dört benzemez

12 Eylül darbesinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi nde sivillerin yerini askerler almıştı.

Dört benzemez: İslamcılar, Ermeni milliyetçileri, askerler, yargıçlar. Aynı hamur: Dünyanın gidişiyle çelişen bir muhafazakârlık. Teker teker alalım. Kimi İslamcılar, doğal olarak, Müslüman kadınların başörtüsünü savunageldiler. Ama kadınlar galiba biraz fazla cevval/özerk çıktı. Kimisi çeşitli renklerde örtünmeye başladı, kimisi çizgiyi daha da aştı: TBMM’ye öyle girmek istedi, giremeyeceksek AKP’ye oy da yok, dedi.

Böyle olunca, aslında zamanında cidden akıllıca şeyler (Ekümeniklik konusunda: “Biz Ortodoks ilahiyatına ne karışırız?”) söylemiş olan Ali Bulaç gibiler irkildiler. Bulaç Zaman ’da (2 Nisan) iki şey söyledi: 1) Bu kadınlar “başörtüsünü dini muhtevasından kopardılar, içini boşalttılar, feminizmden mülhem basit kadın hakları seviyesine, kişisel tercih ve bireysel özgürlüklere indirgediler”. 2) Bu başörtülü kadınlar “birer ‘beyaz casus’ gibi beşinci kol faaliyeti yürüttüler”. AKP’ye kurulan yeni bir kapatma tuzağına alet oldular. “Bana sorarsanız bu seçimde de başörtülü milletvekili olmayıversin”.

Bu sözlerin altında, AKP’yi korumaktan çok, kimi çok önemli unsurları aşağılama yok mu? “Basit kadın haklarını”, “bireysel özgürlükler”i ve en önemlisi, evinde oturup kocasının çamaşırlarını yıkayacağına kendi kafasına göre hareket etmeye kalkan Müslüman kadını aşağılama? İslamcı kadın yazarlar da (Karaca, Kaplan…) böyle düşündüğü için hiç sanmam ki yanılıyor olayım: Galiba bazı İslamcı erkeklerimiz başörtüsünü kendi işine geldiği gibi görmek istiyor. Çağdaşlaşmayı “fazla” bulup önüne geçmek istiyor.

Ermeni milliyetçileri

Geçenlerde Hasan Cemal, ABD’ye gitti. Konuşmasını dinleyenler arasında, radikalliğiyle tanınmış, Ermenilerin özür ve tazminatla yetinmeyip toprak da istemelerini savunmakla ünlü gazetecisi Harut Sassounian da vardı. “Cemal Paşa’nın torunu, dedesinden ‘beast’ diye bahsetti” diye yazdı.

Yani hayvan, canavar. Hasan bu yazıyı öğrenince müdahale etti: “Olur mu yahu, mümkün mü?” Bunun üzerine Sassounian, başka Ermenilerin de uyarmasıyla, Hasan’ın bazı kelimeleri iyi telaffuz edemediğini söyledi ve sonunda “Anlaşılan H. Cemal ‘past’ [pest] demiştir, benim kulağıma ‘beast’ [bist] diye gelmiştir” diye hatasını düzeltmeye çalıştı.

Sanırım, aynen bizim milliyetçiler misali, milliyetçi Sassounian da duymayı temenni ettiğini duyuyor. Taraflar arasında nihayet başlamış olan diyalogu “fazla” bulup önüne geçmek istiyor.

“Her şeyi izah etmiştik”

Bu kadar çabuk umutlanmamalıydık. TSK bizzat kendi itibarını korumak için kendi öz görevine dönmesi gerektiğini sonunda anladı, diyerek acele etmemeliydik. Anlaşılan, anlamasına biraz var. Genelkurmay, sonuna Balyoz tutuklularıyla ilgili mahkeme kararını da ekleyerek, 6 Nisan’da sitesine yine bir “basın bildirisi” koydu. Balyoz’dan tutuklu “görevli ve emekli” TSK mensuplarının tahliyesini istedi. Esas ilginç olanı, şöyle dedi: “Devam eden yargı sürecine müdahale anlamına gelebilecek davranışlardan özellikle kaçınan TSK, yargılamayı etkilemeyecek şekilde, çeşitli defalar açıklamalar yapmıştır, hal böyle iken tutukluluk hallerinin devamını anlamakta güçlük çekilmektedir”.

Valla, benim de anlamakta güçlük çektiğim şeyler oluyor bazen. Daha önce üç kanlı darbe yapmış, bunların sonuncusunda (18’inden küçük Erdal Eren dahil olmak üzere) 50 genç asmış, askeri cezaevlerinde 171 insanı işkenceden öldürmüş ve 43 insanı intihar ettirmiş, 650 bin kişiyi gözaltına almış, 1.683 bin kişiyi fişlemiş, 39 ton gazete-dergi yaktırmış, bunların üzerine meyve/tatlı niyetine yine meşru hükümetlere (28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007’de) iki de muhtıra takdim etmiş silahlı bir bürokrasinin şimdi nasıl “yargıyı etkilemeyecek şekilde açıklama” yaptığını da ben anlayamadım.

Benim zor anlayan kafama göre, herkes ama herkes bu memleketteki fevkalade sakat bir olguya, tutukluluğun ceza olarak uygulanmasına itiraz edebilir. Ama bir tek asker itiraz edemez. Çünkü silahlıdır ve fena halde sabıkalıdır. Sabıkasını zamanla unutturur, sivil toplumun aff-ı şâhânesine mazhar olur, silahını da bırakır, o da konuşur. Onun da hakkıdır.

Galiba, aynen İslamcılar ve Ermeni milliyetçileri gibi, askerlerimiz de olayları kendi işine geldiği gibi izliyorlar. Asker tutuklama gibi bir “fazla” demokratikleşmenin önüne geçmek istiyorlar.

Gelelim yargımıza

Yargıtay’ın geçen hafta yazdığım Orhan Pamuk kararından sonra, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi yılların fikir emekçisi İsmail Beşikçi’yi Çağımızda Hukuk ve Toplum dergisinde yayınladığı “Ulusların Kendi Geleceğini Tayin Hakkı ve Kürtler” adlı yedi sayfalık yazı nedeniyle “ PKK propagandasını yapmak”tan 15 aya mahkum etti.

Gerekçeli karar henüz yayınlanmadı. Bunun bir de temyizi var. Dava sürüyor. Darbe yapan askerlerden etkilenmeyeceği askeri siteden bildirilen yargı, evimde bir çakım bile olmadığı halde benden etkilenebilir. Onun için yorum yapamayacağım.  Sadece, Genelkurmay’dan da esinlenerek, bu karara Mahkeme Başkanı Şeref Akçay’ın yazdığı muhalefet şerhini yerim nispetinde koyacağım. Hani, “Hakeeem, anlarsın!” diye anlamayın ama, elimden bu kadarı geliyor. Mahkeme başkanından satırlar:

“(…)Yazı bir bütün olarak incelendiğinde; yasadışı silahlı bölücü terör örgütü PKK’nın yaptığı eylemlerden bahsedilmemekte[dir] ve bu örgütün övüldüğüne dair de herhangi bir şey yoktur (…) Ayrıca yazıda salt ‘Gerilla’ kelimesinin ve ‘Q’ harfinin kullanılmasının atılı suç unsurlarını oluşturmayacağı görüşünde olduğum için sayın çoğunluğun yukarıdaki kararına katılmıyorum”.

Bu yazımı da şöyle imzalayayım: “Devam eden yargı sürecine müdahale anlamına gelebilecek davranışlardan özellikle kaçınan B. Oran”.

Not 1: DurDe’nin düzenlediği Uluslararası Nefret Suçları Konferansı başladı: http://konferans.nefretme.org

Not 2: Twitter ve Facebook’taki hesaplar benim değildir.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı