Baskın Oran

Kurtuluş için bir tek Erdoğan’a güveniyorum

Çünkü, oynatmasına az kaldı. Yani; ülkeyi hâlâ ayakta tutabilen taşları büsbütün oynatıp altında kalmasına, diyorum.

Bilumum soluk borularını tıkayıp Türkiye’yi idare edilemez hale getiriyor. Muhalefetin çok zayıf olduğu şu ortamda kendi kendini tasfiye etmesi bakımından ancak kendisine güveniyorum.

KÜRTLER: ROBOSKİ, KOBANİ vs.

Uludere/Roboski katliamını bugüne kadar örtbas etti. Şimdi de AYM’ye Adalet Bakanlığı şu savunmayı yazıyor: “Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez (…) Bununla birlikte, olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir” (bkz.). Unutmadan: Burada geçen “makul inanç”, “makul şüphe”nin nesi oluyor?

Eski yönetimleri çok çok aşarak başlattığı Kürt Barış Süreci’ni kısa sürede Kürt Oyalama Süreci’ne döndürdü. Gerisi, daha da kötü oldu:

Aynen kendisi gibi Esad’ı düşürmeye ve Kürt özerkliğini boğmaya çalışan IŞİD Eylül 2014’te Kobani’yi kuşattığında kılı kıpırdamadı. Ama ağzı sürekli çalıştı:

07.10.2014:  “Şu an Kobani düştü düşüyor” (bkz.). 11.10.2014: “Kobani’yle Türkiye’nin ne alakası var?” (bkz.). 01.11.2014: “Kobani bölgede yaşanan trajedinin çok cüz’i bir kısmıdır, bunun da istismarı yapılmaktadır” (bkz.). 06.11.2014: “Halep Kobani’den daha önemli” (bkz.).

Erdoğan’ın anlamak için çok önemli: İslamcı terör örgütü IŞİD’i, rumuzunda İslam’ın İ’si geçmesin diye, “Deaş” olarak (ve yanlış olarak) (bkz.) yeniden vaftiz etti.

IŞİD defedilip Kürtler dönünce, 27.01.2015: “Nedir bu? Kuzey Irak. Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil” (bkz.). “Kobani söz konusu olduğunda dünya ayağa kalkıyor (…) Bugün bakıyoruz çiftetelli oynuyorlar. O bombalanan yerleri yeniden kim onaracak?” (bkz.).

Yani, yıkıntıların üstüne otur oturabilirsen, diyor. Hadi bu insanlar kesilirken arkanı döndün; acaba Somali’yi onaran TOKİ Kobani’yi de onarsa Türkiye’nin prestiji bin misli artmaz mıydı?

TÜRK UÇAKLARI KİMİ BOMBALAR?

IŞİD yenilince, Anadolu Ajansı haberi:  “Sınırın sıfır noktasına 40 metrelik bir direğe 100 metrekarelik dev bir Türk bayrağı çekildi” (bkz.). IŞİD’e karşı çekilmeyen bayrak Kürtler’e karşı çekiliyor.

Erdoğan’ın konuşma kronolojisini bozmamak için araya şu eylem’i sokmadım: Aralık 2011’de Türkiyeli Kürt kaçakçıları Roboski’de bombalayan F-16’larımız, Türkiye Kürtlerinin yeğeni Suriye Kürtleri 2014 Eylül ortasından itibaren katledilirken Kobani’ye gönderilmedi ama, bir ay sonra (13 Ekim 2014) Dağlıca’da PKK’yı bombalamaya gönderildi (bkz.).

İnsanlar, travmalarla bütünleşir. 1915’in Ermenilere, Sevr’in Ulusalcı Türklere kuvvet vermesi gibi.  Kobani en azından Türkiye ve Suriye Kürtleri için artık bir ulusal simge. “Kürtlerin Stalingradı”. Aynen, Halepçe’nin Iraklı Kürtler için olduğu gibi (bkz.). Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesine engel olan Esad’ı düşürmeye takan, ayrıca, Suriyeli Kürtlerin Türkiyeli Kürtlere özerklik örneği olacağından korkan Erdoğan’ın tutumu, Türkiye’nin birlik ve beraberliği’ni acayip bir hale getirdi.

ERMENİ MESELESİ

Erdoğan, aynen 2011 Rojava gibi, Hrant’ın 2007’deki katlini de örtbas etti.

Kürtlerle Barış Süreci’nde olduğu gibi Ermeni meselesinde de eski yönetimleri çok çok aşarak yaptığı 2009 Protokolleri’ni Azerbaycan höt deyince tarihe gömdü.

Türkiye-Ermenistan dostluğunu simgeleyen İnsanlık Anıtı’nı “ucube” deyip 2011’de yıktırdı. Azerbaycan’lı mimarın yaptığı, Ermeni düşmanlığımızı simgeleyen, Iğdır’daki 5 süngülü anıta dokunmadı.

Bence hepsinden daha ayıbı, Ağustos 2014’te TV’ye çıktı, “Afedersin, çok daha çirkin şeylerle, Ermeni diyen oldu” dedi (bkz.).

Şimdi de, Aliyev’le ortak basın toplantısı yapıyor, her yıl 18 Mart’ta kutlanan Çanakkale zaferini Ermenilerin acı günü 24 Nisan’a taşıyor, üstüne bir de Sarkisyan’ı davet ediyor. La havle ve la kuvvete…

AKP’NİN MEDAR-I İFTİHARI EKONOMİ?

Bir de, bugüne değin Rejim’in en başarılı yanı sayılan ekonomiden söz edelim. AKP geçen yıla kadar iyi götürdü. Tabii, Batı kurumlarına posta koyarak değil, uyarak: İMF reçetelerine riayet etti, “seçim ekonomisi”ne girişmedi. Ayrıca, dünyadaki büyük döviz bolluğundan yararlandı.

Ama esas olay başka taraftaydı. Bunun ne olduğunu, Tek Adam rejimine son sürat gittiğimiz şu ortamda, demokrasi-ekonomi ilişkisi konusunda önemli işadamlarının 1999’daki sözlerinden izliyoruz (bkz.). Bu sözler, Erdoğan’ın niye 2003-2004 arasında AB Uyum Paketleri çıkartarak Türkiye’yi demokratikleştirdiğini izah ettiği kadar, Türkiye’yi şimdi nelerin beklediğini de izah edecek:

TÜSİAD Başkanı Erkut Yücaoğlu: “Gelişmiş demokratik siyasal ortam iş dünyası için hava kadar önemli. Türkiye’nin imajı yüzünden made in Turkey kötü bir etiket olarak kabul ediliyor“. 

Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Bülent Atuk: “Avrupa’da ve Amerika’da made in Turkey etiketli bir tişört giydirebilmek için bile olumlu bir ülke imajına ihtiyaç var”.

TOBB Başkanı Fuat Miras:  “[Demokratik anayasal değişikliklerin yapılmaması] ticaretin önündeki en büyük engel. Ticaret önemli derecede olumsuz etkileniyor. AB yardımlarından yararlanamıyoruz, dış kaynak gelmiyor, finans kuruluşları kredi açmıyor”.

Yetmedi ise, günümüzdeki duruma bakalım:

MERKEZ BANKASINI GIRTLAKLAMAK

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF’yi de yöneten Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu BDDK, Haziran 1999’dan beri özerk idi. Erdoğan bu özerkliği 17 Ağustos 2011’de bir kararnameyle kaldırdı.  

Enflasyon düşmediği sürece faizleri düşürmemekte ısrar eden bağımsız Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Erdem Başçı’ya laf çarpmadığı gün yok. “Sen bağımsızsan ben de bağımsızım” gibi anlamlı (!) şeyler söyledi (bkz.). Adamı bir tek  “gırtlaklamadığı” kaldı: “Yönetemiyorsa, hesabını o verecektir” diye tehdit etti (bkz.). Konuştukça dolar yükseldi, Başçı da tutarlılığını sürdürdü; lojmanını bile bırakıp kiraya geçti.

Bu durumda, bugüne kadarki ekonomik başarının baş mimarı Bakan Ali Babacan artık dayanamadı: “Kurumlarımızın ana ilkelerinden taviz vermemesi önemli” dedi (bkz.). TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da: “Erdem Başçı, küresel kriz sonrasının en başarılı Merkez Bankası başkanlarından biridir” (bkz.).

Hoşlanmadığı holdingleri inanılmaz boyutta vergi cezalarıyla iflasa sürüklemeye çalışmak dahil, Erdoğan’ın TÜSİAD’a demediği ve yapmadığı kalmadı. Kendi muhataplarının başbakan olduğunu söyleyen Başkan Haluk Dinçer’e, “Sen kimsin yav, sen kimsin? Bu fakiri milleti muhatap görmüş. Sen beni muhatap görsen ne yazaaar, görmesen ne yazar” dedi (bkz.). ”Madem biz muhatap değiliz, bundan sonraki davetlerine katılmayız” diye ilave etti.

BİR DEVLETİN BANKA BATIRMASI

En inanılmazı, kapitalizmin kalbi olan banka kavramına yaptığı saldırı oldu. TOKİ’nin gözüne kestirdiği her arsa “hızlı kamulaştırma”ya uğradığı için zaten yükselmekte olan “Özel mülkiyet garantisi kalmadı” feryatları, “paralel” diye suçladığı Bank Asya olayında zirve yaptı.

O banka şu anda batmış zaten, taşıma suyla ayakta durmaya çalışıyor” (bkz.) diyerek bir yıldır batırmaya çalışıp batıramayınca, 2011’de özerkliğini kaldırdığı BDDK’ya bağlı TMSF vasıtasıyla ve fevkalade çelişkili bir gerekçeyle (bkz.) Bank Asya’ya el koydu. Bu olay ile, New York Times’ın kim bilir ne kadar zamandır elinde bekleyen F. Gülen makalesini (bkz.) yayınlamaya karar vermesi arasında sadece 24 saat bulunması, yakında akademik incelemelere konu olabilir.  

Yazı fazla uzadı ve çok az şeyi yazabildim. KaçAk Saray’a “devlet sırrı” inanılmaz paralar döküldüğü bir dönemde AKP, 2014’te  işsizlik, ihracat, enflasyon, ulusal gelir ve büyümede ekonomik hedefleri gerçekleştiremedi (bkz.).

2015’te? Tahmin için cevap: AKP ilk defa ve fena halde seçim ekonomisine girişmiş bulunuyor. Başbakan her gün yeni memur kadroları açıyor, taşeron işçilere vaatler yapıyor, milyonlarca kişinin prim borçlarını erteliyor, çiftçiye, esnafa, öğrenciye, emekliye “müjdeler” veriyor (bkz.).

Kürtleri yabancılaştırmış, kavgasız komşu bırakmamış (“sıfır komşu”), başta Yargı ve Medya olmak üzere Türkiye’nin bütün demokratik soluk borularını tıkamış bir Erdoğan, şimdi de ekonominin damarlarını deliyor.

ORTAMIN ÖZETİ

Kamuda iş güvenliğinin kalmadığı (bkz.), İç Güvenlik Yasası’nın gümbür gümbür geldiği (bkz.), Şeffaflık Paketi’nin çıkarılamadığı (bkz.),  TCK Md. 301’in (bkz.) ve 1936 Beyannamesi’nin (bkz.) hortlatıldığı bir ortam yaşıyoruz.

Haluk Kırcı’nın serbest bırakıldığı, Sevan Nişanyan’ın hapse atıldığı, Pınar Selek’in mecburi sürgüne mahkum edildiği, Doğu Perinçek’in resmî tezi savunmak için Strasbourg’a gönderildiği bir ortam.

Cumhurbaşkanının herkesi, başbakanı bile istiskal ettiği (sülasisi: s-k-l; sakilleştirme) bir ortam.   

Erdoğan’ın üç dönem bahanesiyle tasfiye ettiklerinden olmasaydı söyler miydi bilmiyorum ama, Bülent Arınç’ın özetlediği ortam: “Yüzde 50 bize nefretle bakıyor. Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir” (bkz.).

Bunları Erdoğan’dan başka herkes görüyor. Bu ortamın devamı sayesinde (!) soluk borusu diye bir şey kalmayınca, temel çökünce, hepsi de dört bir yana kaçışacak.

Onun içindir ki, kurtuluş için yani dibe vurmak için, bir tek Erdoğan’a güveniyorum, diyorum.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı