Baskın Oran

Küçük Dev Adam

Onunla tanıştığımda daha pek sübyandım. Ancak 7-8, hadi bilemediniz 9 falan olmalıyım; kesinlikle 10’unda değil.

Babamın, benim yetişmemde muazzam etkisi olan, özellikle o dönemler için epey büyük bir kitaplığı vardı, iki katlı Rum evimizin üst kat sofasına çıkınca karşı duvara dayanmış. “Mebusluk” döneminden kalma tüm “Maarif Klasikleri”, arada da onun kitapları…

Babamın onun hakkında ne dediğini bir gece bize yemeğe geldiğinde kendisine (birazcık sansür ederek) söylemiştim, nasıl basmıştı kahkahayı, o yumuk gözlerini daha da yumuklaştırarak…

“Kerata müthiş zeki. Çok güzel yazıyor. Ah, bir de komünist olmasa deyyus!” demişti babam.

Aziz Nesin’in komünist olduğunu ilk defa böyle duydum.

Aklım da epey karıştı.

Çünkü, o sıcak İzmir öğledensonralarında nedense mutlaka uyumam gerektiği için akşamüstü “Sokağa çıkamazsın!” gibi korkunç bir tehditle yatırıldığım yatağımda beni gülmekten uyutmayacak denli güzel şeyler yazan adam komünist olamazdı.

Yada, babam her bişeyi bildiğine göre, Aziz Nesin komünistti de, komünist babamın sandığı kadar kötü bişey değildi.

Ne bileyim ben, benim bile aklımın ermediği bişeyler vardı.

* * * * * *

Ben Aziz Abi’yle uzun süreler birarada bulunma onuruna erişmiş birisi değilim.

Ama, kitaplarımdan üçüne önsöz yazmış olması onuruna erişmiş biri olmakla övünüyorum. Zaten, kendisini de birincisine (Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları) yazdığı önsöz sayesinde yakından tanıdım.

O kadar işinin arasında oturup manüskriyi okumuş, tam 8 sayfalık bir övgü yazmıştı, “Yaşamım boyunca bu denli keyifle okuduğum başka bir kitap anımsamıyorum” diye başlayarak.

Aynı zamanda da, o sıralar sadece övgü almış o kitaba “şu eksikleri var, şu hataları var” diye eleştiri ekleyerek.

* * * * * *

Zaten, bunca Türk aydını arasında onu “Üstün-Aydın” yapan, onca özel yeteneğinden çok bambaşka bişeydi.

Doğru bildiği şeyleri tepki almaktan korkmadan; gerek başka aydınlarla, gerek kitlelerle, gerekse de devletle “kötü olmak”tan çekinmeden dobra dobra söylemesi ve yapması idi.

Bana en yakın, en güzel gelen, zaman zaman da taklit etmeye çalıştığım bu huyu yüzünden değil miydi bunca “başına gelenler”?

Yada, bunca yücelmesi?

Sağcıların “Görevini kötüye kullanıp yolsuzluk yapmış da, ordudan ondan atılmış” diye salyalar akıtarak naklettikleri o olayı, işte bu huyu yüzünden gencecik bir teğmenken yaşamak zorunda kalmış, üstünde komünist diye onca şüphe ve yakın takip varken, tutmuş, ağlaşan bir erine, yakındaki evini görüp gelsin diye “görev ve yetkisini kötüye kullanarak” usulsüz izin vermişti.

Aleviler onu Sivas’a çağırmışlardı kendilerini destekleyen bir konuşma yapsın diye, o işte bu huyu yüzünden “Sizlerin dinsel bir kimlik altında toplanmanızdan hiç hazzetmiyorum” diye bir konuşma yaparak Alevileri ne diyeceklerini bilemez hale sokmuştu. “Alevileri tahrik için geldi” diye Madımak Otelinde cayır cayır yakılmak istendiği Sivas gezisinden bahsediyorum.

Üstelik, bunu yapan Aziz Nesin bir imamın oğluydu ve İslami geleneklerin büyük koşullandırması altında büyütülmüştü.

Zaten, onu gözümde daha da yücelten buydu. Ne olduğu değil, nerelerden gelip de böyle olduğuydu. Hiç unutmuyorum, bizleri bırakıp gittiğinde de yazdım, uçakla Selanik’e giderken kulağıma eğilmiş, “Etimi sen alır mısın?” demişti. İtirazımı görünce eklemişti: “Domuz eti falan olabilir de…” “Aman, Aziz Abi, baksanıza Türkçe dahil beş dilde olmadığını yazıyor” demem para etmemişti. “Tiksiniyorum” demişti.

Son gece yapacağı konuşmada, birbirinden milliyetçi oldukları için hem Türkleri hem de Yunanlıları bir güzel sıvayacağı Selanik’e davetli gidiyorduk.

* * * * * *

Aziz Abi’den tek öğrendiğim gerektiğinde insanlarla kötü olmaktan çekinmemek değildi. Daha küçük şeyler de öğrendim. “Bak, demişti, ‘ya da’ değil,  ‘yada’  yazmalısın. Çünkü doğrudan doğruya ‘veya’nın karşılığıdır”.

Gene derdi: “Eğer bir şey, iki şey, üç şey… diyemiyorsan, ‘bişey’, ‘bitürlü’ vb. yazmalı”. Eklerdi: “İki sözcük bitişik yazıldığı zaman o ikisinden apayrı bir anlam veriyorsa, bitişik yazılmalı”.

Öyle yapıyorum. O kadar kararlı yapıyorum ki, İstanbul’daki Aydınlıkçı arkadaşlar bile alıştı, yanlış diye düzeltmiyorlar artık.

Ama ben bu kadarla tatmin olamıyorum. Onu yanımda hissetmeme yetmiyor. Türkiye’yi yaşadıkça onu daha çok özlüyorum. Çok özlüyorum. Çok özlüyorum.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı